Reel sektörümüzün sanayimizin her zaman büyümenin kalkınmanın ve gelişmenin temel motoru itici gücü olduğuna inanan ve finans sektörüyle reel sektörünün buluştuğu kucaklaştığı iç içe geçtiği bir kurumuz.
Ben de müsaade ederseniz konuşmamda hem bu sanayi kongresinin ana teması olan “21.Yüzyılla Yüzleşme” hem de Cumhuriyetimizin yüzüncü yıldönümü olan 2023 yılında ulaşmayı hedeflediğimiz Türkiye'yi dünyanın önde gelen 10 ekonomisinden biri yapma hedefleri çerçevesinde, Borsa İstanbul’un rolü ve reel sektörle Borsa İstanbul'un ne şekilde bir ilişki ve bir işbirliğiyle içerisinde olması gerektiğine dair fikirlerimi sizlere arz etmeye çalışacağım.
Bildiğiniz gibi ülkemizin potansiyel büyüme hızının %4,5-5 arasında olduğu tahmin ediliyor. Yapılan çok çeşitli ekonometrik araştırmalara, ayrıca uzun yıllara dayanan tarihsel verilere baktığımızda gördüğümüz bir olgu bu.
Zaten ülkemizin büyüme planlarında da hükümetimiz tarafından öngörülen büyüme hızı da budur. Bu büyümeyi Türkiye hiç bir sıkıntı yaşamadan rahatlıkla yakalayabilir. Bu büyüme aslında ülkemizin sürdürülebilir kalkınma patikasında kalması için de gereken bir büyümedir.
Müsaadelerinizle bu hususu biraz daha açmak istiyorum. Bildiğiniz gibi ülkemiz genç bir nüfusa sahip ve her yıl işgücüne yaklaşık olarak 1 milyon ve hatta biraz daha üstünde gencimiz katılmaktadır. İşgücüne katılan gençlerimizin çoğu eğitimli gençler. Eğitimli gençlere her yıl Türkiye iş bulmak, oluşturmak mecburiyetinde.
Dahası şu an itibariyle işgücüne katılım oranı düşük olan kadınlarımızın da işgücüne katılımının giderek arttığını büyük bir memnuniyetle müşahade ediyoruz. Bu oranın önümüzdeki dönemde daha da artmasını bekliyoruz.
Bu demektir ki sadece her yıl işgücüne katılan olağan demografik yapımızdan kaynaklanan gençlerimize değil giderek yükselen kadın istihdamına da iş imkanı oluşturmak durumundayız. Bir diğer konu, toplumsal hareketliliği yüksek olan ülkemizde kırlardan kentlere, kentlerde de çevreden merkeze doğru hareket ve insanlarımızın giderek daha nitelikli, daha yüksek katma değerli iş arayışları da devam ediyor. Dolayısıyla bu konu bizim mutlak surette çözmek durumunda meselelerden biridir.
Peki nasıl bu istihdamı sağlayacağız ve Türkiye'yi 2023 yılında dünyanın önde gelen 10 ekonomisinden biri yapacak kişi başına milli gelirimizi 25 bin dolara çıkaracak bir büyümeyi sorunsuz bir şekilde nasıl sağlayacağız.
İşte değerli arkadaşlar, bunun yolu yatırım. Bunun yolu üretim. Ne kadar yatırım yapmamız gerekiyor. Yaklaşık olarak her yıl milli gelirimizin %23-24’ü oranında yatırım yapmamız gerekiyor. Türkiye 1980’lerden beri, çok net bir şekilde serbest piyasa ekonomisi, dışa açık ekonomik büyüme ve özel sektör öncülüğünde kalkınmayı kendisine temel politika ekseni olarak belirlediğine göre; bu yatırımları ağırlıklı olarak yapacak olan özel sektörümüzdür. Peki her yıl milli gelirimizin %23-24-25 i oranında yatırım yapabilmemiz için finansmanı nereden sağlayacağız?
Yurtiçi tasarruf oranlarımıza bakıyoruz, yurtiçi tasarruf oranlarımızın ne yazık ki bu yatırımları karşılamaya yetecek düzeyde değil. Tasarruf eksikliği sorunu yaşıyoruz.
Tabi bunu da çok kötü bir sorun olarak algılamamak gerekiyor.
Çünkü tasarrufun düşüklüğü, aslında toplumumuzun geleceğe güvenle bakmasının bir doğal sonucu. İnsanlar geleceklerinin bugünden daha iyi olacağına inandıkları zaman, bugün harcayıp ilerde durumları daha iyi olduğu zaman bunu geri ödemeyi tercih ederler. Bu da aslında rasyonel bir durumdur. Şunu da unutmamalıyız ki, ülkemiz özellikle 1990’lı yıllarda istikrarsızlık sebebiyle kaybettiği bu dönemde, çok önemli bir tüketim ve yatırım açığıyla karşı karşıya kaldı. Dolayısıyla bu aradaki farkın kapatılması da insanlarımızın hayatla ilgili beklentilerinin yüksek olması da, iş talebimizin güçlü ve dinamik olması da aslında sevindirici konulardır. Çünkü dünyada birçok ülke iç talep yetersizliği sorunuyla karşı karşıya.
Dolayısıyla bunu bir sorun olarak, ancak kötü bir sorun olarak değil, çözmemiz halletmemiz gereken bir sorun olarak görmemiz lazım.
Peki %23-24 lük yatırım ihtiyacı %15’lik tasarruf, bunun arasındaki gerilimi, çelişkiyi nasıl halledeceğiz. Tabi ki bunu çözmenin yolu finansal sektörümüzü, reel sektörün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yeniden yapılandırmakla olur.
Bakınız ülkemizde bugün finansal işlemlerin %85’i bankacılık sektörü üzerinden gerçekleşiyor. Türk bankacılık sektörü hakikaten hepimiz için iftihar kaynağı. Çünkü son 10 yılda büyük bir gelişme kaydetti. Hem bankacılık varlıklarının milli gelire oranı, hem mevduatın krediye dönüşmesi oranları çok olumlu bir seyir izledi. Aynı zamanda da yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen bankacılık sektörümüzde en ufak bir problem yaşamadık. Ancak bundan sonra sayın başkanın konuşmalarında da ifade ettikleri hamleyi gerçekleştirebilmek, Türkiye'yi 21.yüzyıla taşıyabilmek için mutlaka ve mutlaka sermaye piyasalarımızı geliştirmek, sermaye piyasalarımızı derinleştirmek durumundayız.
Bu aynı zamanda inovasyon için de önemli. Yine sayın başkanın konuşmalarında ifade ettiği inovasyonu gerçekleştirebilmek yüksek katma değerli üretim yapabilmek için de sermaye piyasalarına ihtiyacımız var. Geçen yılki sanayi kongresinde bu örneği dile getirmiştim, hatırlayanlar olacaktır; bir daha ifade etmek istiyorum. 1903 yılında Hanry Ford’un kredi almak için bankaya yaptığı müracaat “atlar varken otomobil hiçbir zaman orta sınıfın kullanacağı yaygın bir taşıt aracı olmayacaktır” diye düşünen bir bankacı tarafından reddedilmiştir.
Bankacının böyle düşünmesinin haklılık payı var. Çünkü banka emanet parayla iş görüyor. Kendisine yatırılan mevduatı koruma mecburiyeti ve güdüsüyle iş görüyor. Risk almaktan kaçınıyor. Oysa sermaye piyasaları inovasyonun mümkün olduğu, inovasyonun finanse edildiği yerlerdir. Bakın dün Borsa İstanbul olarak biz Türkiye Melek Yatırımcılar Derneği ve Avrupa Erken Yatırım ve Melek Yatırımcılar Federasyonunun birlikte yaptığı bir toplantıya ev sahipliği yaptık ve onlarla yaptığımız anlaşmayla melek yatırımcının ve erken dönen yatırımcılarla ilgili Borsa İstanbul, AB’nin akreditasyonuna sahip bir Pazar yeri olarak tescil edilmiş olur.
İnovasyonu mümkün kılan şey, hepimiz biliyoruz ki üniversitelerden ayrılan birkaç gencin, evlerinin yanındaki garajlardan yaptığı araştırmalar neticesinde ilk kıvılcımı aldı. Ancak bu gençlere bankalar kredi vermez, vermemeleri de doğrudur. Bunların finansmanı sermaye piyasaları üzerinden sağlanır.
Sermaye piyasaları aynı zamanda makro finansal risklerin sınırlandırılması açısından büyük önem taşır. Çünkü borçluluk oranlarının artması, hem reel sektör firmalarımızı krediye mahkum hale getirir, hem de borçluluk oranlarının artması ülkenin toplam risk algısını da olumsuz etkiler. Halbuki sermaye piyasaları sermayeyi güçlendirdiği için, uzun vadeli güvenilir ve elverişli finansman sağladığı için, bu problemlerin de çözümü için son derece önemlidir.
Bu vesileyle finansal risklerin sınırlandırılmasından bahsetmişken güzel bir haberi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Borsa İstanbul, 16 Mayıs, yani yarın, yeni bir piyasayı devreye açıyor. Yıllardır sanayicilerimizin yıllardır reel sektörümüzün yakındığı döviz kuru riskinin etkin bir şekilde yönetilebilmesine katkıda bulunabilmesi için, döviz opsiyonları piyasamızı açacağımızı buradan memnuniyetle duyurmak istiyorum. Döviz opsiyonları hem ithalatçı, hem ihracatçı, hem üretici için gelecekte döviz kuru fiyatını belirlemeyi mümkün kılacak bir sigorta poliçesini işlevi görür. Dolayısıyla şirketlerimizin, kendi işlerine odaklandığı kendi ana faaliyet işleriyle meşgul olmaları ve riskleri etkin bir şekilde yönetmelerini mümkün kılar. Ben bu vesileyle bütün sanayicilerimizi, bütün ihracatçılarımızın ve bütün ithalatçılarımızı döviz opsiyonları konusunda bilgi edinmek üzere borsamıza davet ediyorum.
Değerli katılımcılar, sermaye piyasalarının reel sektöre sağladığı katkılardan biri de sürdürülebilirlik. Sürdürülebilirlik gerçekten son dönemde her bakımdan bizim için önemli bir konu. Finansal sürdürülebilirlik, kurumsal sürdürülebilirlik ve çevresel sürdürülebilirlik ekonomik büyümenin kendisi kadar önemli bir meseledir. Sürdürülebilirliği mümkün kılan en önemli unsur olan kurumsallaşmak sermaye piyasalarının reel sektöre sağladığı çok ciddi kaynaklardan birisidir.
Şirketlerimizin kurumsallaşmasına ve böyle bir gelecek yüzyılın yüzleşmesine hazır hale gelmeleri halka açık ya da sermaye piyasalarında daha fazla faaliyet gösteren kurumlar olmalarına bağlıdır.
Bakın geçenlerde bu konuyla ilgili bir makale yayınlandı. Bir iktisat tarihi profesörü olan Timur Kuran, 16.yüzyılda Mısır’da Kahire’de başlayan ve ondan sonra da bu coğrafyaya hatta Türkiye’ye kadar yayılan İsmail İbnüttaki isimli bir girişimcinin macerasını anlatıyor. Kendisi kahve ticaretiyle meşgul olurken, kahve ticaretinden kahvenin sosyal ortamda bir içecek olarak tüketilmesi ve bu sayede de perakendecilik anlamında önemli bir atılım yapmış ve kahve evlerini yani bugünkü kahvehaneleri hızla geliştirmeye başlamış. Ne yazık ki biz bugün dünyanın herhangi bir ülkesinde bir kahve içmek için bir kahve dükkanına uğradığımız zaman, oradaki tabelada İsmail İbnüttaki’nin ismini göremiyoruz, onun yerine başka küresel markaları görüyoruz. Peki neden 15. Yüzyılda başlayan bu girişim, bugün için başarı öyküsüne dönüşemedi? Bunun tek cevabı kurumsallaşmanın gerçekleştirilememiş olmasıdır.
Ben, bu bakımdan da yine reel sektörümüzü ve sanayicilerimizi, Borsa İstanbul üzerinden sermaye piyasalarımızla daha yakın ilişkiye geçmeye ve kurumsallaşma noktasında daha ileri adımlar atmaya davet ediyorum.
Yine sermaye piyasalarının sağladığı önemli katkılardan bir tanesi yatırım ortamının iyileştirilmesidir. Çünkü sermaye piyasaları özellikle de borsalar, şeffaf tarafsız açık ve bütün katılımcılara adil davranan dolayısıyla kurumsal yönetim ilkelerinin hayata geçtiği bir ortam sunarlar.
Şirketlerimizin ihtiyaç duydukları kurumsallaşma ve kurumsal yönetim desteği, sermaye piyasalarıyla daha fazla bir araya gelmekle, sermaye piyasalarıyla yakınlaşmakla mümkün olur.
Bunların hayata geçirilmesi sadece temennilerle ve dileklerle olmaz. Gerekli uygun altyapıyı da oluşturmamız lazım.
Bugün yine Türkiye'nin ekonomik güvenliği açısından en önemli husus, başlangıçta sayın başkanın ifade ettiği gibi ülkemizin yabancı finansmana olan bağlılığıdır.
Tabi bu yabancı finansmana olan bağlılık sadece finansman anlamında değil, finansal fiyatların küresel dalgalanmalara aşırı bağımlı hale gelmesi ve bu şekilde küresel ekonomiyi etkileyecek olayların ülkemizde de ve dolayısı ile ekonomimizde de ciddi sarsıntılar yaratması riskini içinde barındırıyor. Bundan kurtulmanın yolu ise yurtiçi kurumsal yatırımcı tabanımızı geliştirmekle mümkün
Ama kurumsal yatırımcı tabanımızı geliştirmek istediğimiz zaman ve ülkemizi sağlıklı, uzun dönemli, oluşabilecek çalkantılardan etkilenmeyecek bir sermaye piyasası yapısına kavuşturmak istediğimiz zaman, karşımıza bazı teknolojik problemler çıkıyor. Ne yazık ki sahip olduğumuz teknoloji bu gibi yatırımcıların bu gibi işlemlerin gerçekleşmesine şu an için elverişli değil. Bu problemi çözmek adına çalışan Borsa İstanbul, dünyanın 70’den fazla ülkesinde faaliyet gösteren ve dünyanın en önemli oyuncularından birisi olan NASDAQ ile bir ortaklık anlaşması gerçekleştirdi.
Bu anlaşma Türkiye'yi ve Borsa İstanbul'u tam manasıyla teknolojik bağımsızlığa kendi kendine yeterli hale getirecek bir anlaşmadır. Türkiye'nin gerçekleştirdiği F16 projesi ve uzay sanayine ilişkin uydu projesi ne kadar önemliyse bu proje de bence o kadar önemlidir.
Çünkü Biz burada teknolojinin kullanıcısı değil, üreticisi olmak adına çok önemli bir adım attık. Dünyanın en iyi teknolojisini kaynak kodları ve telif hakları ile birlikte, bu kaynak kodlarında yapılacak her türlü değişikliği kendi arkadaşlarımızın, kendi teknik ekiplerimizin yapmasına imkan sağlayabilecek bir esneklikte, Ülkemizi 2 yıl içinde tamamen teknoloji bağımsız hale getirebilecek ve teknoloji üretebilecek bir noktaya getirebilecek bir mahiyette bir anlaşma olmuştur.
İşte bu adımlar ile kurumsal yatırımların gelişmesini ülkemizin kalitesini sermaye finansmanına kavuşarak dıştan gelebilecek şoklara karşı daha dirençli olmasını, reel sektörümüze uygun imkanlarla borç değil, sermaye sağlamayı kendisine misyon olarak edinen Borsa İstanbul bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da reel sektörün ve Türk sanayicisinin yanında olmaya devam edecektir.
Bu vesileyle bana bu imkanı sağlayan İstanbul Sanayi Odası’na büyük bir memnuniyetle şükranlarımı arz ediyorum. Bu sanayi kongremizin, sanayimiz için, ekonomimiz için ülkemiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyor hepinizi selamlıyorum.