500 Büyük
- 30.06.2014
- Arşiv
Bugüne kadar sürekli Temmuz ayında açıklanan Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu araştırmamızı bu yıl bir ay erkene çekerek Haziran ayında kamuoyuna açıkladık. Bilgi ve zamanın çok çok değerli olduğu çağımızda bu çabamızın kamuoyu tarafından da takdir edileceğini düşünüyoruz.
Bu araştırmanın ilki, bundan 46 yıl önce, 1968 yılında hazırlanmıştı. İlk olarak 100 şirketi kapsıyordu araştırmamız. 1978 yılında kapsamı 300 şirkete çıkarıldı ve 1981 yılından bu yana da Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu kapsam ve adıyla kamuoyuna açıklanmaktadır.
Her yıl akademisyenlerden gazetecilere, iş insanlarından bürokrat ve araştırmacılara kadar geniş bir kesim tarafından bu araştırma merakla bekleniyor.
Bunun önemli nedenleri var. Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu araştırması, her şeyden önce her sayısında içerdiği verilerle reel ekonominin en gerçekçi ve güncel görünümünü gözler önüne sermektedir. Her yeni sayı bir öncekini zenginleştirerek, “500 Büyük”ün bilgi havuzunu derinleştirmektedir.
Araştırmamızın sıralama sonuçlarını site haritamız içinde ayrıntılı bir şekilde bulabilirsiniz. Burada, bu yılki araştırmanın Türkiye sanayiinin mevcut yapısı ve nereye doğru gittiğiyle ilgili olarak bize sunduğu çok önemli bazı gerçeklerden söz etmek istiyorum…
Sanayimiz ile ilgili olarak uzunca bir süredir vurguladığımız gerçeği, bu araştırma bir kez daha ve tüm açıklığıyla bizlere söylemektedir: O da, sanayinin bugünümüz ve geleceğimiz için hak ettiği noktanın uzağında olduğu gerçeğidir.
Veriler Türkiye’de son yıllarda üretime dayanmayan, kaynağını daha çok tüketimden, hizmetler ve inşaat sektöründen alan bir büyüme olduğunu, üretimden ise uzaklaşıldığını göstermektir.
Hepimiz artık üretimden uzaklaşılan bu döngüyü görmeliyiz. Bunu kırmak, tersine çevirmek için çalışmalıyız. Çünkü sanayi sektörü tüm ülkeler için ekonomik büyümenin ve bütünsel kalkınmanın temelini oluşturmaktadır. Türkiye de ancak üretime odaklı bir üretim anlayışıyla kaliteli ve sürdürülebilir bir büyümeyi ve refahı yakalayabilir.
2001 yılından itibaren sanayinin ve özellikle de imalat sanayinin milli gelir içindeki payının cari fiyatlar ile hesaplandığında bir gerileme eğilimi içine girdiği ve önemli ölçüde düştüğü görülmektedir. İmalat sanayinin milli gelir içindeki payı 1998 yılında yüzde 23,6 iken, bu 16 yıl içinde sürekli bir düşüşle 2012 yılında yüzde 15,5’e gerilemiş, 2013 yılında ise yüzde 15,3 olarak gerçekleşmiştir.
Türkiye henüz sanayileşmiş bir ülke olmadan bu oranın gerilemeye başlaması sanayi, ekonomi ve Türkiye için sağlıklı bir gelişme değildir.
Bilindiği gibi 2013 yılının ikinci yarısından itibaren Türkiye ekonomisi ciddi finansal gelgitler yaşadı. Döviz kurları uzun boylu dalgalarla hareket etti. Bunu takiben faizlerdeki istikrar da ciddi anlamda bozuldu.
Görüyoruz ki bu uzun boylu dalgalanmalar yaşanırken, kârlılık ve rekabet baskısı nedeniyle firmalar brüt satış kârlılığını yukarı çekmek için çok yoğun bir çaba göstermişlerdir. Fakat finansman baskısı nedeniyle bunu ne kadar başardıkları tartışmalıdır.
Açık söylemek gerekirse sanayicimiz kur baskısı ve faizler nedeniyle finansman baskısına yenilmiş gözüküyor.
Sanayi şirketlerimiz geçen yıl neredeyse esas faaliyetlerinden elde ettikleri kârlarının yarısı ile finansman giderlerini karşılamışlardır. 2013 yılında faaliyet kârları 36,5 milyar lirayı bulan 500 Büyük Sanayi Kuruluşu, bunun yarısından çoğunu, 19 milyar lirasını finansman gideri olarak kaybetmiştir.
Bu durum bir anlamda sanayi şirketlerinin tüm dengelerini olumsuz etkilemiştir. Özellikle 500 Büyük Sanayi Kuruluşu’nun, bu nedenle borçlar ve özkaynaklar oranındaki bozulmaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu oran sadece 2013 yılında 20,4 puan artarak yüzde 132,4 oranına yükselmiştir. 2011 yılında ekonomideki hızlı büyüme ortamında yüzde 116 seviyesine yükselen, 2012 yılında ise ekonomideki yavaşlama ile yüzde 112 seviyesine inen toplam borçlar/özkaynak oranı 2013 yılında son 10 yılın zirvesine çıkmıştır.
Bu oranın yükselmesinde döviz cinsi borçların Türk Lirası karşılığının Türk Lirasındaki değer kaybı ile yükselmesinin de etkisi bulunmaktadır. Ancak bu etkiye rağmen oranın ulaştığı seviye oldukça yüksektir. Bu oranın gelişmiş ülkelerde yüzde 70’ler seviyesinde olduğunu hatırlatalım.
Toplam borçların aktif toplamı içindeki payı da sanayi sektörünün içinde bulunduğu finansman yükünü tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. 500 Büyük’te toplam borçların aktif toplamı içindeki payı 2013 yılında yüzde 52,8’den yüzde 57’ye yükselmiştir. 500 Büyük Sanayi Kuruluşu’nda borçlanma oranı artışını sürdürmüş ve son 10 yılın en üst seviyesine çıkmıştır. Bu da sanayi kuruluşlarının özkaynaklarının yetersizliği nedeniyle özellikle borçlanma kaynaklarını kullanmakta olduklarını göstermesi açısından önemlidir.
Bu noktada özellikle şunu vurgulamakta yarar var. Özkaynakların toplam aktifler içindeki payında yüzde 50 oranı, kritik bir eşiktir. Gelişmiş ülkelerde ve özellikle sermaye piyasasının daha etkin çalıştığı ülkelerde özkaynakların oranı yüzde 60-70 arasına kadar yükselmektedir.
Bu durumun oluşmasındaki en önemli sebeplerden biri yukarıda da vurguladığım gibi şirketlerin borçlanmalarını tek düze, banka kredileriyle yapmalarından kaynaklanmaktadır. Şirketlerimiz ne yazık ki bono, tahvil, halka arz, uzun vadeli finansman, hedging gibi borçlanma araçlarından yararlanmamaktadır. Banka kaynaklı borçlanma ile hayatlarını sürdürmeyi tercih etmektedirler. Kendi faaliyet alanlarında başarılı bir performans sergileyen sanayi şirketlerimizin, finansman sağlama ve kullanmada aynı başarıyı sergileyememesi üzüntü vericidir.
Bu noktada Türkiye Kalkınma Bankası’nın daha işlevsel hale getirilerek sanayicinin yatırımlarında uygun finansman çözümleri oluşturmasına ihtiyaç olduğunu vurgulamak istiyorum.
Araştırmanın Teknoloji yoğunluklarına göre yaratılan katma değeri incelediğimiz veri setinde görüyoruz ki, teknoloji ile yaratabildiğimiz katma değer ne yazık ki tatmin edici değil... 500 Büyük Sanayi Kuruluşu içinde en yüksek katma değeri yüzde 43,6 ile orta-düşük teknoloji yoğunluklu sanayiler grubunun yarattığı görülüyor. Onu yüzde 36,1 ile düşük teknoloji yoğunluklu sanayiler grubu izliyor. Orta-yüksek teknoloji yoğunluklu sanayiler grubunun payı ise yüzde 17,8. Yüksek teknoloji yoğunluklu sanayiler grubunun payının yüzde 2,6 ile ne kadar düşük olduğu ortada.
Bu noktada yüksek teknolojili sektörlerin dünya imalat sanayi içindeki payının ortalama yüzde 16,7 olduğunu hatırlatmak isterim. Güney Kore’de bu oran yüzde 21,6, Tayvan’da yüzde 45.1, Singapur’da yüzde 49.9, İsrail’de yüzde 30.0, İrlanda’da yüzde 25.7, ABD’de yüzde 20.6 ve Malezya’da yüzde 11.2’dir.
Türkiye bu oranları teknoloji lehine çevirmek zorunda. Aksi takdirde bu tablonun sanayideki kârlılık yansımasını da değiştiremeyiz.
Bu yüksek teknolojiye giden yolun ise AR-GE ve inovasyondan geçtiğini özellikle vurgulamak istiyorum.
Bu sonuçlar hem ülkemiz ekonomi yönetimine ve hem de şirketlerimize birçok dersler çıkaracakları manzumeler silsilesini içermektedir.
Öncelikle verilerini paylaşarak, bu çalışmanın ortaya çıkmasını sağlayan tüm sanayi şirketlerimizi bir kez daha kutlarken, her daim dile getirmiş olduğumuz finansal istikrarın önemini bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Bütün bu veriler ve sonuçlar, finansal istikrarın Türkiye ekonomisi için ne kadar kritik bir eşik olduğunu ortaya koymaktadır. Küçük bir türbülansta bile şirketlerimizin mali yapılarının ve karlılıklarının nerden nereye geldiğini hep birlikte gördük. Sonuçlar, Türkiye’yi yöneten hiç kimsenin, finansal istikrarı göz ardı etmemesi gerektiğini açık bir şekilde göstermektedir.
Diğer yandan bu yıl teknoloji ve AR-GE ile ilgili de önemli verileri paylaştık. 2013 verileri, Türkiye’nin olmazsa olmazı teknolojide, hele sanayimizin sınıf atlaması için ileri teknoloji noktasında ne kadar geride olduğumuzu ortaya koymaktadır.
Bu, tüm sorumluların üzerinde düşünmesi ve çözüm noktasında birlikte hareket etmesi gereken çok önemli bir konudur. Ki, Türkiye’miz, yüksek teknolojiye doğru gidebilsin…
Erdal Bahçıvan
İstanbul Sanayi Odası
Yönetim Kurulu Başkanı