İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, CNBC-e’ye Ekonomi ve Sanayi Gündemini Değerlendirdi

  • Diğer Haberler
ekonomi_tv_manset_01

İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, CNBC-e televizyon kanalında Güzem Yılmaz Ertem’in sunduğu Kazandıran Strateji programına konuk oldu. Ekonomi ve sanayi gündemi ile İSO'nun son dönemlerdeki faaliyetlerini değerlendiren Bahçıvan'ın yaptığı açıklamalar özetle şöyle:

“Şimdi tabii tahribatın büyüklüğü tahmin edilenden daha fazla. Yani enflasyonun bu seviyede sürmesinin aslında temelinde bu durum yatıyor. Enflasyon meselesi ortaya çıktığında, yani 3-4 sene evvel, bu konuda söylediklerimizi hatırlatmak gibi bir niyetim yok ama enflasyonun topluma girmemesinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştık. Belli bir olgunluğa ulaşmış toplumlarda enflasyonun çözülmesi ne kadar zorsa, belli bir tüketim olgunluğuna ulaşmış toplumlarda enflasyonun ortaya çıkması da o kadar sorunlu oluyor. Tedavi süreci de en az hastalığın kendisi kadar zorlu ve bedel ödetilmesi gereken bir süreç.

Ne yazık ki görüyoruz ki enflasyon direnç gösteriyor. Şu anda beklenen hedeflerin daha üzerinde seyrediyor ve sabır sürecinin bir dönem daha devam edeceğine dair dün gelen işaretler de bunu ortaya koydu. Enflasyonun düşürülmesi noktasında bir kararlılık var ancak enflasyonun düşüş eğilimi tam anlamıyla başlamadan, toplumu rahatsız eden sorunların ikinci aşama çözümüne geçilmesi biraz daha zaman alacak gibi görünüyor.

Dünkü rakamlara baktığımızda hizmet enflasyonunda belki bir miktar direnç kırılmış gibi ancak bu kez de mal enflasyonu biraz yükselmeye başladı. Görünen o ki, bu enflasyon mücadelesi, keşke hayatımıza girmemiş olsaydı dediğimiz noktaya bizi daha çok getirecek. Keşke bu enflasyon hayatımıza girmeseydi. Ama belli ki, maalesef bu süreç ağır. Tedavisi de yoğun ve stresli bir süreç olacak gibi görünüyor.”

Toplumda Enflasyon Paradigması Değişmiyor, Düşük Enflasyona İnanmak İçin Zaman Gerek

Toplumun düşük enflasyona olan güvenini yeniden kazanmanın oldukça zorlu bir mücadele olduğunu belirten Bahçıvan, “Enflasyon konusunda beklentiler düştü; tamam, 70'lerden, 75'lerden bir yere kadar geldi ama hâlâ 65'te. Toplum ne yazık ki, geçen 3-4 senenin oluşturmuş olduğu olumsuz paradigmayı aşamıyor. En büyük mücadele de burada olacak. İnsanlar hâlâ tam anlamıyla hayatlarına düşük bir enflasyonun gireceğine inanmıyor. Bu durumu bir şekilde çözüme kavuşturmak için ise daha fazla zamana ihtiyaç var” dedi.

Enflasyon Sanayiciyi Zorluyor

Enflasyonun sanayici için yaratmış olduğu en büyük tahribat, fiyat yapamama, fiyat oluşturamama, öngörüde bulunamama noktasında oldu. O günün şartlarında bize farklı farklı şekillerde itham edildik; gereğinden fazla stok tutuyor, gereğinden fazla stok taşıyor diye. Ama bütün bunların arkasında yatan nedenlere bakmak lazım. Bir kere derin bir Covid döneminden Türkiye geçmişti ve Covid döneminde yapmış olduğunuz sanayi kolunda ne olursa olsun her bir tedarik ürünü bir şekilde temin etmek, onu bulundurmak ve zamanında o ürünü üretime geçirebilmek için ciddi bir stok yönetimi gerekiyordu. Ben bu konuda da hazır vurgu açılmışken, Türk sanayicisinin tarihe geçmiş başarısını Covid döneminde ortaya koyduğunu belirtmek isterim. Dünyanın her ülkesi durmuşken, biz fabrikalarımızın hangi sektörde olursa olsun hiçbir tanesinin üretimini durdurmadık. Çalışanımızla, yöneticimizle, lojistik hatlarımızla tüm bacalar tüttü ve dünyaya örnek olduk. Orada stok yönetimini de başararak, gereğinden fazla belki stok taşıyarak yapılan bir başarı vardı. Hemen arkasından enflasyonun süreci başlayınca bu sefer de fiyat hareketlerine karşı bir stok duyarlılığı başladı. Çünkü bir gün sonra hangi fiyatla karşılaşacağınızı bilmediğiniz bir süreç vardı; bir de Covid'den gelen bir periyodun etkileri söz konusuydu. Ondan sonra tabii fiyat verme ve fiyat oluşturma noktasındaki hassasiyet başladı. Birçok ürün kolunda fahiş fiyat, gereğinden fazla fiyat eleştirileri duyuldu; ama aslında bu çok yanlış bir bakış açısı.

Enflasyon döneminde oluşan fiyatlar tamamıyla korumacı fiyatlardır. Çünkü siz 3-4 ay sonra hangi fiyatla karşılaşacağınızı bilmediğiniz için hiçbir ürün bugünün fiyatına göre belirlenmiyor. Siz hangi işe girerseniz girin, 3-4 ay sonra pratiğe dönecek fiyatları verirsiniz birçok sipariş karşılığında ve o beklentinin olumsuzluğu, geçmiş aylardan gelen yüksek fiyat baskısı sizi korumacı bir fiyat vermeye zorluyordu ki bazen o fiyatlar bile işin sonunda yeterli kâr sağlamıyordu. Bu beklentilerin maalesef yönetilmesi anlamında çok ciddi bir boyut kazandı. Geçmiş 4 yılın stoklama ve fiyatlama alışkanlıklarının tamamen dezenflasyona döndüğü bir sürece giriyoruz. Mesela şu anda görüyoruz ki stoklarda ciddi bir azalma var. Biraz da zaten işlerin yavaşlamasının temelinde bu var. Geçmiş dönemlerde ihtiyaç 1 iken 5 taşıyan stok, şimdi ihtiyaç 2 iken neredeyse 1’e düşmeye başladı ve bu da piyasadaki hareketliliğin durmasının başka bir faktörü. Yoğun bir stok taşıma ve emanet yönetiminden şu anda şirketlerimiz hem finansmanın pahalılığından hem de fiyat hareketlerinin eski gibi olmayacağından dolayı daha düşük stoklarla gidiyor ve bu da talebi bir şekilde normale döndürüyor. Yani ne bugünkü çok doğru ne de dünkü. İşte bu durum bir noktada buluşacak. Ama maalesef olağanüstü şartlarda oluşan bu menfi durumların sürecinin biraz zaman alacağının göstergesi. Tabii burada en önemli nokta şu anda içine geldiğimiz yüksek faiz ortamı. Bir taraftan sanayicilerin karşılaştığı en büyük sorun da bu. Faizin düşmesinin en önemli şartı da enflasyonun düşmesi noktasına dayanıyor. Yumurta-tavuk, tavuk-yumurta misali bir ikilemin içindeyiz ve her ortamda belirtiyorum: Sebebi biz olmayan bir problemin en büyük bedelini şu an sanayicimiz ödüyor.

Doğru Adımlar İçin Merkez Bankası Ekibine Güvenimiz Tam

Enflasyonla mücadele için tüm paydaşların bir arada ortak hareket etmesinin önemine vurgu yapan Bahçıvan, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Sanayi odası başkanlığı görevim döneminde Merkez Bankası'nın yöntemleriyle ilgili hiç konuşmamaya dikkat ettim. Çünkü o markanın ne kadar kıymetli bir marka olduğunu ve Türkiye'nin en iyi şekilde korunması gereken markası olduğuna inandım. Sadece çok büyük yanlışlar gördüğümde Merkez Bankası'yla ilgili konuştum. Şu anda doğruları yapma noktasında son derece kararlı ve başarılı bir yönetim var. Gerçekten de bozulan kredibiliteyi toparlama noktasında, gerek başkan, gerek başkan yardımcıları ve tüm Merkez Bankası ekibi tüm imkanlarını zorluyorlar ve belki de gerektiğinden fazla Merkez Bankası'na yükleniyoruz şu anda. Enflasyon mücadelesinde diğer aktörler, diğer paydaşlar Merkez Bankası kadar henüz oyuna tam olarak girmiş değil. Bu nedenle, onların aldıkları sorumluluğu ve bugüne kadar verdikleri mücadeleyi küçümsememek gerekiyor. Az önce belirttiğim gibi, büyük bir tahribat yaratan bir hastalıkla mücadele ediyorlar. Bu nedenle, o kadronun, o ekibin gereken şartlar ve gereken kredibilite oluştuğu anda faiz ve diğer oyun planlarıyla ilgili en doğru adımları atacaklarını düşünüyorum. Bizim reel sektör olarak da oraya çok fazla müdahale etmemizin, dediğim gibi, çok büyük yanlışlar görmedikçe doğru olmadığını düşünüyorum. En azından, yanlış gördüğüm anda müdahale etmiş birisi olarak bu konuda konuşuyorum. Ancak Merkez Bankası'nın çok net ortaya koyduğu bir hedef var: enflasyonu düşürmek. Hem de tüm enstrümanları kullanacağını açıklamalarından anlıyoruz.”

Küresel Gelişmeler ve Türkiye'nin Stratejik Odakları

2024 yılı son çeyrek ve 2025 yılına yönelik ekonomik görünüm üzerine konuşan Bahçıvan, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Bu konu yalnızca Türkiye'nin şartlarına bakarak çözülecek bir mesele değil. Biraz dünyaya da bakmak lazım. Az evvel Amerika’dan bahsettiniz; 24 saat sonra dünya tarihinin en önemli seçimlerinden birini izleyeceğiz ve neticesini göreceğiz. Bir tarafta Amerika’daki gelişmeler, diğer tarafta Uzak Doğu’daki Çin’in durumu, Avrupa Birliği’nin, özellikle Avrupa’nın en önemli aktörü olan Almanya’nın içinde bulunduğu durum, Rusya-Ukrayna Savaşı, Orta Doğu’daki gelişmeler… Yani bütün bunlar açısından etrafımıza biraz bakmak gerekiyor. Eski büyüme oranlarının çok daha altında seyreden bir dünya var. Görünüyor ki bu durum, Covid'in yarattığı izlerin dünya ekonomilerinde kendini göstermesi nedeniyle bir süre daha devam edecek.

Bu sebeple, 2025’te bizi nasıl bir dünyanın beklediği konusu, kendi içimizdeki gelişmeler kadar önemli ve değerli. Çünkü en büyük pazarımız olan Avrupa Birliği’nin bu durumunu sürdürmesi, ihracat olanaklarımızı zorlayan bir faktör. Çin’in rekabet alanında oluşturduğu baskı çok ağır geliyor ve bu da bizim stratejik olarak değerlendirmemiz gereken bir konu. Artık yavaş yavaş bu konulara da odaklanmalıyız. Günlük çözümlerimizi hastayı ayağa kaldırmaya yönelik oluştururken geleceği kaybetmemeliyiz. Bizi bekleyen çok farklı bir gelecek var ve bu gelecekte yeşil dönüşümle, buna uygun bir eğitim altyapısıyla, insanlarımızı şekillendirmekle gelecek nesillere yön verecek bir Türkiye var. Ancak, içinde bulunduğumuz gündem sebebiyle bu konudaki adımları istediğimiz hızda olgunlaştıramıyor ve uygulayamıyoruz.

2025 yılı, enflasyon mücadelesinin olumlu etkilerini gösterirken, bu konulara da zaman ayırıp hem özel sektör, hem kamu hem de siyasi olarak daha fazla düşünmemiz gereken bir dönem olmalı. Yapılanlar var, yok değil; ancak artık bu adımları çok daha güçlü bir şekilde Türkiye’nin gündemine almak zorundayız. Açıkçası, 2025’in en azından ilk yarısının, yaşadığımız mevcut yarı yıldan çok fazla farklı olacağını beklemiyorum.

OVP'ye de baktığımız zaman, zaten OVP aşağı yukarı bunu bize söylüyor. Gerek iç pazarda gerek dış pazarda bu şartların bir süre böyle devam edeceği anlaşılıyor ve bunu bilerek kamunun da özel sektörün de çözüm buluşma noktalarını çok daha güçlü ve yeterli oluşturması gerekiyor. Yani mevcut şartlarda artık belirli destekler verilecek; bazı zorlukların aşılabilmesi için makul ölçüde katkı sağlanacak ve ihtiyaç duyulan sektörler ayrıştırılarak, onlara bir can suyu ve gerekli katkının mutlaka verilmesi gereken bir döneme giriyoruz. Geçen haftaki meclis toplantımızda da bunu söyledim: Herkesi kendi haline bırakıp, ‘başınızın çaresine bakın’ deme lüksümüz yok. Bu konuda PMI verileri de bunu çok net gösteriyor.

Bu süreçte zorlanan ve rekabet gücünü çeşitli şekillerde kaybeden sektörlerimizin bu geçiş döneminde biraz daha iyi dinlenmesi ve empatiyle bu sektörlere dönük çözüm politikalarının daha güçlü yapılması gerektiği bir döneme giriyoruz. Ayrıca sanayiye haksızlık yapmak doğru olmaz. Az önce de söylediğim gibi, bu sanayi, Türkiye'nin değil, dünyanın en zorlu şartlarında dünyaya örnek bir Türkiye hikayesi yazdıysa, böyle bir dönemde de bu sanayinin gelecekte bize her zaman bir sigorta olduğunu unutmadan bu anlayışın gösterilmesi gerekiyor.”

İSO Başkanı Bahçıvan, programda özetle şunları söyledi:

Ne Gereğinden Fazla Ne De Gereğinden Değersiz bir TL Tezini Savunduk

Kurdaki rekabet hakikaten çok önemli ve çok değerli. Biz her zaman ne gereğinden fazla ne de gereğinden değersiz bir TL tezini savunduk. Çünkü kur hızlı bir şekilde değer kaybettiğinde başımıza neler geldiğini gördük. Bu nedenle, oradaki dengeyi ve ateşi çok dikkatli ve dengeli bir şekilde yönetmek gerekiyor. Burada sadece serbest piyasanın kurlarıyla oynamak değil, aynı zamanda özel bazı teşviklerle de destek sağlamak önemli. Şu anda ihracata yüzde ikilik bir prim veriliyor. Merkez Bankası ile yaptığımız temaslarda, en azından bu primin tüm ihracatçılara veya belirli sektörlere belirli oranlarla artırılmasının mevcut durumda çok değerli olacağını düşünüyoruz.

Burada Merkez Bankası'nın kur politikasına doğrudan müdahale etmek değil, ancak özellikle ihracatın rekabet gücünü kaybettiği alanlarda kur farkını dengeleyerek avantaj sağlamak mümkün olabilir. Eximbank kredilerimizin şu andaki TL bazlı faizlerinde yüzde 2'lik bir prim mevcut, ancak bu primi bir miktar daha artırarak ek bir avantaj sağlanabilir. Bildiğiniz üzere hâlâ yüzde 30 döviz bozdurma zorunluluğu var. Bununla ilgili tahmin ediyorum ki bir yumuşama gelecek ve bu zorunluluk yeniden değerlendirilecek.

Eximbank'ın hâlâ TL bazlı faizleri rekabetçi bir seviyede değil. Bu konuda, teminat mektubu yükünden dolayı faiz oranları, peşin ödenen faizler ve mürekkep faizlerin çok daha yukarı çıkmasına neden olan bir tablo var. Neredeyse faiz oranlarınızın tamamını teminat mektubunu almak zorunda kalıyorsunuz. Bankadaki teminatlar zaten parlak durumda olmayan sanayicimiz için ekstra bir yük oluşturuyor ve teminat yükü çok daha artıyor. Bu durumların mutlaka gözden geçirilmesi gerekiyor. Eximbank’ın kredi havuzundaki limitler artıyor, ancak daha da artırılması gerektiği kanaatindeyiz. Döviz ve reeskont kredileri tekrar açılabilir.

Çalışanların Enflasyon Muhasebesi

Bir de istihdama dönük konulara değinmek istiyorum; bu vesileyle programınız aracılığıyla altını çizmiş olayım. Önümüzdeki dönemin sosyolojik açıdan önemli konularından biri, ücret artışları olacak. Son 3-4 yıldır yüksek enflasyon nedeniyle çalışanlarımızın maaşları, yılın ikinci veya üçüncü ayında vergi dilimlerinden dolayı düşmeye başlıyor. Bu vergi dilimlerinin mutlaka daha yüksek bir katsayı ile yeniden düzenlenmesi gerekiyor; ben bunu çalışanların "enflasyon muhasebesi" olarak adlandırıyorum. Eskiden 8. veya 9. aya kadar brüt ücret üzerinden kesinti yapılmazken, şimdi bu yük daha yılın ikinci ayında kesilmeye başlıyor. Bu konuda düzenlemelere büyük ihtiyaç var. Bu tür önlemler, çalışanların huzurunu ve iş verimliliğini artıracaktır.

Ayrıca bazı sektörlerde SGK prim oranlarıyla oynamalar yapılabilir. Örneğin, elektrik ve enerji sektörlerinde bazı düzenlemeler yapılabilir. Tüm bu dokunuşlar, hassas bir dönemde sektörlerimizi biraz da olsa canlı tutmaya yönelik tedbirlerdir. Bunlar elbette artırılabilir, ancak reel sektöre yönelik çok daha sağlam ve sağlıklı bir bakış açısına ihtiyaç duyduğumuz bir döneme giriyoruz. Bu ihtiyaçlar zaten Ankara’da da oldukça net bir şekilde görülüyor.

Konkordato Başvurularındaki Artış

Konkordato başvurularının her biri anında bize ulaşmıyor. Ancak madem konkordato konusunu açtık, ümit ederim ki bu sayı önümüzdeki haftalarda ve aylarda çok daha artmaz. Ama ihtimal var mı? Maalesef var. Konkordato meselesinin, programınız vesilesiyle bir kez daha altını çizmek istiyorum; tüm alacaklara değil, yalnızca finans ve kamu alacaklarına dönük bir uygulama olması gerektiğini hep vurguluyoruz. Neden derseniz, bir firmayı yaşatmak için verilen o mühlet, o firmanın çalıştığı farklı iş kollarındaki onlarca, yüzlerce alacaklıyı da bir anda donduruyor. Konkordato ile firmayı koruyorsunuz ama diğer alacaklıların suçu ne? Belki o firma yıllardır çalıştığı iş ortaklarını bırakıp başka bir tedarikçiden malzeme almaya başlıyor, ama diğer alacaklılar alacaklarıyla baş başa kalıyor. Burada adil ve vicdanlı olan, konkordatonun reel sektör alacaklarını kapsamaması. Yani işçi alacakları ve reel sektör alacakları kesinlikle konkordato kapsamı dışında tutulmalı. Eğer o firma yaşayacaksa, zaten iş ortakları ve çalışanlarıyla birlikte yaşamalı. Ancak siz onların alacaklarını 6 ay, 1 yıl dondurup firmayı yaşatalım derseniz, birini kurtarırken yüzlerce kişiyi baskı altında bırakıyorsunuz. Bu konudaki düzenleme ihtiyacını gidermek adına Adalet Bakanlığı ile ilgili çalışmalar yürütüyoruz. Umarız bu bakış açısı hayata geçirilir ve sadece kamu alacakları konkordato kapsamına alınır. Zaten finans kesimi de bu anlayışı çoğunlukla destekliyor. Ancak diğer alacaklılar için farklı bir bakış açısı olması gerekiyor.

İSO İmalat PMI Verileri

Son PMI, geçen hafta cuma günü açıkladığımız PMI, hemen hemen bütün sektörlerimizin 50'nin altında olduğunu gösterdi. Eylül de böyleydi. Zaten 50, orada eşik değer anlamına geliyor. Aydan aya azalanlar, düşüş yaşayan sektörler var. Mesela otomotivde son aylardaki düşüş gerçekten dikkat çekiyor. Otomotiv bizim göz bebeğimizdi ve otomotiv sektöründe son aylarda giderek azalan bir PMI var. Orman ve ağaç ürünleri dediğimiz, ambalaj ve mobilyayı kapsayan sektörümüz ne yazık ki son aylarda giderek aşağı düşmüş durumda. Tekstil ve giyim sektörü zaten uzun bir süredir olumsuz bir seyir izliyor. Makine sektörümüz de olumsuz etkilendi. Gıda sektöründe ise mevsimsel dönüşten dolayı hafif bir toparlanma var. Ancak, bunun dışındaki tüm sektörlerimiz ne yazık ki 40’lı bantlarda ve bunlar iyi sinyaller değil.

İSO Yaşam Kenti ve Hatay-Adana İSO Meclis Seyahati

Allah o günleri bir daha göstermesin. Bu vesileyle, orada hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Biz, İstanbul Sanayi Odası olarak depremden hemen sonra güçlü bir reaksiyon gösterip hayırsever sanayicilerimizin ve dostlarımızın katkısıyla, oda bütçesinden bir kuruş katkı koymadan, tamamen yardımsever desteğiyle bin konteynerlik bir yaşam kenti oluşturduk. Yaklaşık 4 bin küsur insanımız, yaşlısıyla, genciyle, çocuğuyla orada yaşıyor. Perşembe günü de geniş bir heyetle, yalnızca bir yer kurmak değil, oradaki yaşamın içinde olmak adına bu yaşam kentimizi ziyaret edeceğiz; oradaki misafirlerimizle, vatandaşlarımızla buluşacağız. Olabildiğince onların hayatının içinde olmaya gayret ediyoruz. Tabii ki zorlu bir yaşam, 25 metrekarelik bir alanın içinde kalmak hiç kolay değil. Devlet sağ olsun, kalıcı konutlara geçişi olabildiğince hızlı bir şekilde sağlamaya çalışıyor. Ancak, hasar çok büyük, enkaz çok fazla. Bu süreç zaman alıyor.

Oradaki öğrencilerimize ve yaşayan kardeşlerimize sosyolojik destek verme noktasında çalışmalar yapıyoruz. Sanayicinin en önemli vasıflarından birinin de bu olduğuna inanıyorum: normal üretim ve ekonomik hayatını sürdürürken toplumsal ve insani görevlerin içinde olabilmek. Elimizden geldiğince bu tür hizmetlerin içinde olmaya gayret gösteriyoruz.