Diğer Haberler
İSO’nun Sürdürülebilirlik Günleri’nde “AB Yeşil Mutabakat, İklim Değişikliği ve Türkiye'ye Etkileri” Konuşuldu
- 25.12.2020
- Diğer Haberler
İstanbul Sanayi Odası (İSO), sürdürülebilirlik çalışmaları kapsamında "İSO Sürdürülebilirlik Günleri" eğitim serisini AB Yeşil Mutabakat, İklim Değişikliği ve Türkiye'ye Etkileri Webinarı ile sonlandırdı. 25 Aralık 2020 tarihinde yapılan webinarın açılış konuşmasını İSO Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Tacir yaptı. Webinara Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Levent Kurnaz ve Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alp Erinç Yeldan konuşmacı olarak katılırken çok sayıda sanayici de web eğitiminde yer aldı.
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun Yeşil Mutabakat planının önemine değinen Mustafa Tacir yeni bir ticaret planının geliştiğine dikkat çekti. Sınırda karbon düzenlemesi mekanizması ile AB’nin yeni bir sistem üzerinde çalıştığını söyleyen Tacir, AB’nin karbon kaçağı ülkelere vergi getireceğini ve bu noktada Türk sanayisinin AB’nin yeni iklim rejimi kapsamındaki taleplerine hazırlıklı olması gerektiğini kaydetti. Tacir, AB’nin karbon sınır düzenlemesinin küresel ölçekte etki yaratacağını ve dünyada artık geri dönülemez değişim dalgasının oluşacağını ifade etti. Tacir, AB’nin ihracatımızda yüzde 50’ye yakın pay aldığını belirterek Türkiye’nin yeni ticaret yarışında hak ettiği yere ulaşması çaba sarf etmesi gerektiğini sözlerine ekledi.
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Levent Kurnaz, atmosfere yüksek miktarda karbondioksit saldığımızı vurgulayarak dünya açısından 3 dereceye yakın bir ısınma söz konusu olduğuna dikkat çekti ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Önümüzdeki 100 sene içerisinde bütün dünyadaki insanlar açısından ciddi bir tehlikeden bahsediyoruz. Biz nasıl yaşıyorsak, nasıl ticaret yapıyorsak, nasıl üretim yapıyorsak bunların hepsi önümüzdeki 100 senede değişiyor olabilir. Dünya Ekonomik Forumu her sene Küresel Tehditler Raporu yayınlıyor. 2007’de bu raporu yayınladığında en büyük tehdit olarak altyapının bozulmasını gösteriyordu. Sonra kronik hastalıklar, şu anda yaşadığımız COVID-19 içine dahil değil; kalp, şeker, yüksek tansiyon gibi hastalıklardan bahsediyoruz burada. Sonra petrol fiyatlarındaki şok, Çin’in başına gelebilecek kötü şeyler, arazi ya da mülk fiyatlarındaki artış vs. bunlar en büyük sorunlar olarak görülüyordu. İlk üç sene bu rapor yayınlandığında çevre ya da iklim ile ilgili hiçbir problemin gerçekten ekonomiyi etkiler düşüncesi yoktu. Aynı raporun 2018-2020 arasına bakacak olursak çok büyük oranda çevresel felaketlerin üst üste geldiğini görüyoruz. Hatta bu senenin şubat ayında yayınlanan raporda aşırı hava olayları, iklim değişikliğini durdurmak için yapmayacaklarımız ya da yapmakta gecikeceklerimiz, doğal afetler, biyoçeşitliliğin kaybı ve insan kaynaklı çevresel felaketler ilk beşi oluşturuyor. Bu da şu anlama geliyor, bunların tamamı bizim açımızdan artık ekonomi, ticaret ve genel olarak yaşamımıza en büyük tehditlerdir.”
Atmosferdeki kirliliğin Çin gibi ülkelerde kritik olduğunu söyleyen Levent Kurnaz, kimyasal kirlilik konusuna da değinerek AB nezdinde kapsamının çok geniş olduğuna dikkat çekti. Rio Deklarasyonu’nda “önlem prensibi” ve “kim kirletiyorsa o öder” prensiplerinin çok önemli olduğunu belirten Kurnaz, BM İklim Çerçevesi’ne değinerek, “Kyoto Protokolü, Paris Anlaşması vs. bunların tamamı bu Çerçeve Sözleşmesi’nin alt koşullarında yer alıyor. Bunun en önemlisi ikinci madde. Diyor ki atmosferdeki sera gazlarının seviyesi insanların iklim sistemine tehlikeli bir etki yapamayacağı bir noktada tutmaktır. Politika açısından bakıldığında bu inanılmaz muğlak bir şey. Sonra dünya üç ana gruba ayrıldı. Birincisi karbondioksit salınımlarını azaltma sorumluluğu olan ülkeler, ikincisi de karbondioksit salınımını azaltma sorumluluğu olmayan ülkeler. Azaltma sorumluğu olan ülkeleri de ikiye ayırıyoruz: Kendisi sadece azaltanlar ve azaltmak için gelişmekte olan ülkelere maddi yardım yapması gereken ülkeler” şeklinde konuştu.
Ardından Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alp Erinç Yeldan söz alarak, Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı imzalamadığını ifade etti ve bu açıdan bakıldığında AB karşısında son derece tehdit dolu bir noktada olduğumuzu kaydetti. Alp Erinç Yeldan konuşmasını şöyle sürdürdü:
“AB’nin Avrupa Yeşil Düzeni altında bir sınırda karbon düzenlemesi adımı atmak üzereyken sektörler bazında bir başka tehdit bekliyor. Fakat bütün bu tehditleri de fırsata çevirebileceğimiz bir olanak da bizi bekliyor. AB, 2050’de artık sıfır net emisyonlu bir ekonomi coğrafyası olmayı hedefliyor. Ayrıca 2030’a gelindiği vakit 1990 düzeyine görece yüzde 50 ile yüzde 55 düzeyinde azaltımı da gerçekleştirmiş olmayı bir ara hedef olarak vurguluyor. İklim diplomasisi alanında da etkili bir oyuncu haline gelmeyi düşünüyorlar. Kabaca dört tane önemli ayağı var: Yeni hedef ve tasarımlar, mevcut iklim politikalarıyla uyumlaştırma stratejisi, yeşil kredilendirme sistemi ve iklim diplomasisiyle kimseyi geride bırakmama stratejisi. Bu stratejide Avrupa Yeşil Düzen’in temel bileşenleri kabaca 2050’de AB’nin iklim nötr olması hedefiyle uyumlu sera gazı emisyonlarını belli bir program dahilinde azaltılması düşüncesi. İkincisi; temiz, sürdürülebilir, erişilebilir, güvenilir enerji. Üçüncüsü; sıfır kirlilik. Dördüncüsü; ekosistemleri, biyoçeşitliliği koruma. Bütün bunlar sadece sanayi veya enerji sektörleriyle sınırlı değil biz tarladan sofraya hatta elimizdeki çatala, tabağa kadar adil, sağlıklı, çevreyle dost bir gıda sisteminin oluşturulması. Bütün üretim tedarik zincirindeki bütün zararlıların giderilmesi. Ulaştırma, konut ve döngüsel bir sanayi sistemini harekete geçirme ve bütün bunları da kimseyi geride bırakmama stratejisiyle diğer yoksul gelişmekte olan, orta derecede gelişmiş yükselen piyasa ekonomileri kimse bunları da destekleyecek, bu dönüşüme davet edecek bir iklim diplomasisinin 2020 boyunca ve 2021 döneminde düzenlemeyi plana aldırlar.”
Tüm tasarımın maliyeti konusunda da bilgi veren Alp Erinç Yeldan, McKinsey’in raporuna referans vererek 2020’den 2050’ye kadar 30 senelik toplam yatırım maliyetlerinin 28 trilyon euro olduğunu söyledi. Yıl başına da kabaca 1 trilyon euro düştüğünü ifade eden Yeldan, bunun da AB’nin milli gelirler toplamının yüzde 5’i olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
“AB, onar yıllık dilimler içerisinde en büyük payın çoğunlukla ulaştırma, konut, altyapı ve giderek 2040’tan sonra artacak şekilde enerji sektörlerinde ciddi yatırımlar yapılacağı planlıyor. Hal böyle olunca iki tane çekince var. Birincisi böyle bir yatırım hamlesine ayak uyduramayan ve karbonu kirleten öder mantığı. Karbon fiyatlaması prensibiyle daha ciddi bir şekilde kotaların giderek tedricen azaltılması gerekmektedir. 2050’de net sıfır erişen bir plan çerçevesine ayak uyduramayan şirketlerin sektörlerin AB coğrafyasının dışına çıkma riski var. Bu da AB açısından üretim ve istihdam kaybı demektir. İkinci de eğer böyle bir şey söz konusu olursa Avrupa’nın yapacağı net sıfır karbon emisyonu Avrupa coğrafyasının dışına çıkacak, çevre standartlarını daha etkin olmadığı bir bölgede karbon emisyonuna devam edecek. Dolayısıyla küresel anlamda AB’deki kazanımlar, başka taraftaki yüksek karbon emisyonu neticesinde bertaraf edilmiş olacak.”