Etkinlikler
Bahçıvan: Birlikte Yaratma Gücünü Kazananlar, 21. Yüzyılı Şekillendirecek
- 08.10.2015
- Etkinlikler
13. Sanayi Kongresi İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan’ın yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Bahçıvan, yepyeni değerlerle ve yepyeni anlayışlarla yeni bir dünyanın şekillendiği dönemde olduğumuzu ve bu büyük değişimin ayak seslerini her geçen gün daha yakından duyduğumuzu söyledi. Değişimin teknoloji, kültür, ekonomi, politika, iş, hiyerarşi, liderlik ve değerler gibi çok farklı alanları kapsadığını belirten Bahçıvan, bu değişimin bir bütün olarak yeni bir uygarlığın yaratılış süreci olduğunu ifade etti.
Bilgi inovasyon ve teknolojinin bu süreçte çok önemli bir role sahip olduğunun altını çizen İSO Başkanı Bahçıvan, bu süreçte insanlığın önünde muazzam olanakların açılmakta olduğunu da vurguladı. Sanayicilerin bu gelişmeye en çok tanıklık eden kesimlerden olduğunu belirten Bahçıvan, eski İngiliz Başbakanı Winston Churchill’in “Geleceğin imparatorlukları zihin imparatorlukları olacaktır” sözünü hatırlattı.
Bahçıvan “Gelişmiş ülkelerin geride bırakmak üzere olduğu sanayi toplumunda bir şirketin değeri fabrika binaları, makina parkı ile ölçülürken; bugünün başarılı firmaları sahip oldukları Ar-Ge kapasitesi, patent sayısı, bilgi ve enformasyonu etkili kullanabilme, sosyal sermaye, insanların niteliği ve mutluluğu gibi özelliklerle değerlendiriliyor. Böyle bir süreçte Türkiye’nin yeni ve çok daha geniş ufuklu bir anlayışa yönelmesi gerektiğine inanıyoruz. Değişime direnerek hiçbir yere varılamaz. Değişim geçmişte nasıl durdurulamadıysa, bu yüzyılda da değişimi durdurmak mümkün değil. Örneğin, on dokuzuncu yüzyıl İngiltere’sinde işsiz kalacakları korkusuyla endüstri devrimine karşı çıkan ve çareyi makinaları kırmakta bulan işçiler dönüşümün yönünü tersine çevirememişti” şeklinde konuştu.
Eski cevap ve eski başarı modellerinin etkili ve geçerli olamadığını kaydeden İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, yüksek katma değerli, ileri teknolojiye dayalı, verimli, güvenli, çevreye duyarlı ve dışa bağımlılığı azaltan ürünler yelpazesiyle dünya pazarlarında rekabet edebilen bir Türkiye’nin herkesin hayali olduğunu ve bunun için, üretimde yapısal bir dönüşüm ve sıçramayı gerçekleştirmemiz gerektiğini söyledi. İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, bunun bir temenni değil bir zorunluluk olduğunu ve bu zorunluluğun üstesinden güç birliği ve iş birliği ile gelinebileceğini belirtti.
İSO Başkanı Bahçıvan, kısmi ve tekil değişimlerle bugünün meydan okumalarına cevap vermek mümkün olmadığını vurgulayarak insanı ve kültürü odağına alan, bütünsel kalkınmaya dayalı, temelden ve kapsamlı bir dönüşümü hedeflemek gerektiğini ifade etti. Bahçıvan bu dönüşümün gerçekleşmesinde birlikte yaratmak kavramının öne çıktığını kaydetti. Bahçıvan sözlerine şöyle devam etti:
“İnsanlar, teknolojik gelişmelerin verdiği imkânlarla artık pasif ve uysal konumundan çıkmaktadır. Öyle ki, günümüzün dünyasında değer yaratmanın merkezinde kurumların değil, ekip ve ağlarda buluşan bireylerin yer aldığına dikkat çekiliyor. Birey ön plana çıkarken, geçmiş dönemden farklı olan bir birey anlayışına vurgu yapılmaktadır: Ekonomik ve teknolojik gelişmelere uyum sağlayabilen, üretimi önemli bir değer olarak gören, küresel düşünen, birlikte yaratmak için paydaşlarıyla güçlerini birleştirebilen, katılımcı ve paylaşımcı bir birey anlayışı yükselen değer haline geliyor. Bu yükselen değerle birlikte, işbirliği kültürü de öne çıkıyor. Burada önemli olan, sadece bize benzeyenlerle değil, bizden farklı olanlarla kuracağımız ilişkidir. Dünyadaki son örneklerin de gösterdiği gibi, herhangi bir önemli sorunu çözmenin yolu, bize benzeyenlerden ziyade benzemeyenlerle sağlanacak diyalog, müzakere ve işbirliğinden geçmektedir. Unutmayalım ki; Dünyada karşılıklı bağlantılar, sınırları aşan ilişkiler ve akışlar olağanüstü bir hızla artıyor. İşte bu süreçte iş birliği kültürünü geliştirerek birlikte yaratma gücünü kazananlar, 21. yüzyılı şekillendirmeye katkı yapacaktır.”
13. Sanayi Kongresi’ni, bu çağın ruhunu yansıtan yeni nesil bir kongre olarak tasarladıklarını kaydeden İSO Başkanı Bahçıvan, bir kişinin her şeyi bildiği, sadece onun konuşup diğerlerinin dinleyici pozisyonda edilgen olduğu bir etkinlik anlayışın artık geride kaldığını ve herkesin elini taşın altına koyduğu, kendini ifade ettiği, nesne olmaktan çıkıp bir özneye dönüştüğü etkileşimli toplantı ve etkinliklerin öne çıktığını kaydetti. Bahçıvan bu gelişmeyi dikkate alarak Kongre’yi Anadolu’dan ticaret ve sanayi odalarının aktif katılımıyla bir platforma dönüştürerek interaktif bir kongre haline getirdiklerini ifade etti.
Kongre’nin sanata, kültüre, eğitime önem veren yeni nesil sanayici anlayışını da ortaya koyan bir konsepte sahip olduğunun altını çizen Bahçıvan, “Bu kongrede amacımız mutlak bir doğruyu bulmak değil. Böyle bir bilgi anlayışı da zaten günümüzün dünyasına uymuyor. Artık tek bir doğru değil, doğrular vardır ve bu doğruların her biri de sürekli gelişmeye ve iyileştirilmeye açıktır. Bu yeni nesil kongremiz, yeni başlangıcı amaçlayan bir kıvılcım. Amacımız, çağın gerçeklerine, gezegenimizin yönelimine ve yeni eğilimlere dikkat çekmek, yapılması gerekenler konusunda farkındalık yaratmaya katkı sağlamaktır. Kongremizin çok değerli bir emeğin ürünü olduğunu burada özellikle ifade etmek istiyorum” şeklinde konuştu.
Çağ dönüşümünün getirdiği kritik bir süreçte olduğumuzu ve bir kenarda durup gelişmeleri seyretme lüksüne hiç birimizin hakkı olmadığına inandıklarını ifade eden Bahçıvan, atalet ve vasatlığa sığınmanın bedelinin bugüne kadar çok ağır ödendiğini ve yaşanılan kısır döngüyü kıracak adımların, gelecek kuşakları da düşünerek artık bir an önce atılması gerektiğini vurguladı.
Vasatlık kısırdöngüsünü çözecek hazır bir reçete olmadığını kaydeden Bahçıvan, ünlü Rus yazar Tolstoy’un, “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, ama bütün mutsuz ailelerin mutsuzluğu kendi tarzındadır” dediğini hatırlattı.
Büyük değişim dönemlerinde karamsarlık yerine hayalleri ve umutları ön planda tutanların başarıya koştuğunu kaydeden Bahçıvan, 13. Sanayi Kongresi’nin hayallerimizi gerçekleştirmek doğrultusunda bir kıvılcım olacağına yürekten inandığını belirtti.
Okyay: Aramızdan niçin bir Steve Jobs çıkmıyor?
Sonrasında kürsüye gelen İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay, dünyada teknoloji ve yetenek üreten gelişmişler ve para ödeyip bu teknolojiyi/yeteneği kullanan ülkeler olduğunu; Türkiye’nin de ikinci grupta yer aldığını söyledi. Okyay, aradaki temel farkın ise üretim kültürünün egemen olup olmaması olduğunu kaydetti.
İSO Meclis Başkanı Okyay, “Türkiye; tarihiyle, gelenekleriyle, insan potansiyeli, girişim becerisi ve üretim gücüyle önemli bir ülke. Uzunca bir süredir bir atılım peşindeyiz. Yeryüzünde, gövdemizle, ruhumuzla, yüreğimizle uyumlu bir gölgemiz olsun istiyoruz. Bunun için barış içinde bir medeniyet yeşertmek; sorunlarımızı demokrasi içinde çözmek, ilişkilerimizi saygı ve sevgiyle biçimlendirmek zorundayız” şeklinde konuştu.
Okyay, bireysel başarıların ülkelerin genel iklimiyle çok ilintili olduğunu ve başarıda kişinin kumaşının kalitesi büyük etken olduğunu ancak içine doğulan toplumun belirleyici etkisinin göz ardı edilemeyeceğini ifade etti. Okyay, vasatlıktan çıkmamız için bu coğrafyadan çok daha fazla sıra dışı başarı hikayesi çıkaracak bir üretim eko sistemi kurulmasının şart olduğunu kaydetti. Okyay, pek çok yakıcı sorunun da cevabını vermek durumunda olduğumuzu belirterek şu soruları katılımcılara yöneltti:
- Aramızdan niçin bir Steve Jobs çıkmıyor?
- Dünyada ezbere bilinen bir Türk markası niçin yok?
- Amerika’da yaşayan Prof. Aziz Sancar Nobel bilim ödülü alarak bizi onurlandırmışken sormamız lazım; niçin bizim üniversitelerimizden Nobel bilim ödülüne aday bilim insanları çıkartamıyoruz?
- Niçin Türk sanatçıların eserleri yaygın şekilde küresel mezatların satış konusu olamıyor?
- Niçin dünya ölçeğinde icatlar yapamıyoruz?
- Türkçe niçin baskın bir uluslararası dil haline gelemiyor?
İSO Meclis Başkanı Okyay Türkiye’nin ihtiyacımız olan kaynağı sağlamaya devam etmek için iyi bir eğitim sistemine, yüksek teknolojik donanıma, cesarete, kararlılığa ve yapılan ve yapılması gereken reformlarla çekim merkezi olmaya ihtiyacı olduğunun altını çizdi. Okyay sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yaşadığımız coğrafyada, sanayi kültürüne sahip ender ülkelerden biri olarak, bizim en büyük zenginliğimiz genç nüfusumuz ve adaptasyon gücü yüksek insan kaynağımız. Öncelikle bu kaynağı iyi beslemeli, çağın gerektirdiği bilgilerle donatmalı, doğru yönlendirmeliyiz. Sahip olduğumuz demografik fırsat penceresini kaçırmadan zamanı, parayı ve insanımızı en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Yarını bugünkünden anlamlı kılmak için Türkiye’yi bir fırsatlar ülkesi haline getirmeliyiz. Bunun için, barış ve demokrasi içinde verimli bir dünya kurmak için dört kilit kelimenin; özgürlük, eğitim, teknoloji ve kadın olduğunu düşünüyorum.”
Sonrasında söz alan 13. Sanayi Kongresi’nin Onur Konuğu Finlandiya Büyükelçisi Nina Vaskunlahti 100 yıl önce Finlandiya’nın fakir bir tarım ülkesi olduğunu ve bağımsızlığını bile ancak 1917’de kazanabildiğini söyledi. Büyükelçi, bu süre içinde yeniden keşfetme sürecini yürüttüklerini ve bugün müreffeh bir ülke olan Finlandiya’da yeniden keşfetme ve yeni şeyler icat etmeye devam ettiklerini kaydetti. 5.5 milyonluk küçük bir ülke olduklarını hatırlatan Büyükelçi Vaskunlahti, küçük ülke olmanın avantajının her bir bireyin değerli olması olduğunu ifade etti. Büyükelçi her bir Finin icat ve keşif yapmasını istediklerinden ve bunun hem kendileri hem de Finlandiya’ya katkı sağlamasının öneminden bahsetti. Finlandiya Büyükelçisi Nina Vaskunlahti Finlandiya örneğinin 13. Sanayi Kongresi’nde ele alınmasından duyduğu memnuniyeti belirterek etkinliğin Türkiye’ye yararlı olmasını diledi.
Finlandiya’nın Kalkınma Formülü: Kadın, Mühendislik, Eğitim, Az Hiyerarşi ve Güven
İstanbul Sanayi Odası’nın çalışmalarında vurgu yaptığı bütünsel kalkınma kavramının önemli örneklerinden olan Finlandiya, 13. Sanayi Kongresi’nde ele alındı. “Finlandiya Nasıl Başardı?” oturumunda Finlandiya Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Risto E.J. Penttila ve Helsinki Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Hannele Niemi, İndeks İletişim Yönetim Kurulu Başkanı Yaprak Özer moderatörlüğünde Finlandiya’nın başta eğitim olmak üzere başarıları konu edildi.
Finlandiya Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Risto E.J. Penttila sunumunda Finlandiya’nın başarısının altında yatan beş faktörü şöyle açıkladı:
- Kadınların iş gücüne katılımı
- Yeni teknolojileri benimsemek
- Herkes için eğitim
- Az hiyerarşi
- Güven kültürü
Penttila, “Toplumun geleceği için oldukça önemli olan üç grup var. Bunlar kadınlar, mühendisler ve öğretmenlerdir. Bunlara olabildiğince önem vermeliyiz” şeklinde konuştu.
Daha sonra bir sunum yapan Helsinki Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Hannele Niemi, herkes için iyi bir yaşam sağlamanın Finlandiya’nın hedefi olduğunu söyledi. Niemi, eğitim sisteminin temelinde öğrenci odaklı bir yaklaşımın olduğunu ve temel eğitimin yanı sıra eğitim sırasındaki gıda ve okul araçlarının da ücretsiz sağlandığını kaydetti. Ülkesindeki eğitim sisteminin işleyişi hakkında katılımcılara detaylı bilgiler veren Niemi, uluslararası sınavlarda başarılı olmalarını ardında okulda çok fazla vakit geçirmemenin ve ev ödevi verilmemesinin yattığını ifade etti.
Finlandiya Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Risto E.J. Penttila sunumunda özetle şunları söyledi:
“Çok bilinmez bir ülkeyken, tanınmayan bir ülkeyken, yoksul bir ülkeyken, şu anda bulunduğumuz mertebeye geldik. 5 noktaya odaklanmak istiyorum. Birincisi kadınlar. Kadınların işgücüne dahil edilmesi, çok çok önemli. Aslında bizim gizli silahımız bu. Çünkü Finlandiya dünyanın en fazla kadın yöneticisi olan ülke. Yine CEO seviyesine bakacak olursak, yönetim kurulu başkanlarının çoğu erkek hala ama skoru çok yüksek. Genel müdür yardımcısı ve yönetim kurulunda kadınların oranı Avrupa'nın en yükseklerinden biri. Ben kadınların Finlandiya’da kotaya ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum.
İkinci unsur ise, yeni teknolojiler. Sanayinin bizim ulusal ürünlerimizdeki rolü yüzde 20. Dolayısıyla biz mühendis ülkesi olmaya devam ediyoruz. Başbakanımız bir mühendis, kendisi ve bu ülkeyi bu şekilde yönetiyor, kendi şirketini yönetirmiş gibi yönetiyor. Zaten mühendis olmadan da başbakan olmadan da başındaydı. Sanayinin yeniden kendini keşfetmesi gerekiyor.
Üçüncüsü herkes için eğitim. Biz öğrencilerimizi zeki yetiştirmeye çalışıyoruz ama aslında en önemlisi öğretmenlerin zeki olması, akıllıca davranması. Başarı hikayesinin sırlarından biri de bu.
Dördüncü olarak, hiyerarşi çok düşük bizde. Finlandiya’da herkese bir iki telefon görüşmesi ile ulaşabiliyorsunuz. Biriyle konuşmak istiyorsunuz, en fazla 3 telefon görüşmesi yaparak herkesle konuşabiliyorsunuz. Dolayısıyla aynı seviyede çalışmak, hiyerarşi olmaması, ast üst ilişkisinin olmaması yine bizim inandığımız değerlerden biri.
Beşinci olarak da güven kültürü... Şeffaflık endeksinde de en üst seviyedeyiz. Yolsuzluk yok. Çok önemli bir şeffaflık anlayışı var.
Özetleyecek olursak, üç önemli grup var. Kadınlar, mühendisler ve öğretmenler. Bu üç gruba özel önem vermeliyiz.”
Helsinki Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Hannele Niemi ise özetle şunları söyledi:
“Finlandiya eğitim sistemiyle ilgili bazı rakamları sizinle paylaşacağım. Öğrenci odaklı yaklaşım, bizim eğitim sistemimizin temelinde yer alıyor. Finlandiya nüfusunun dörtte üçü kapsamlı okul ve eğitim sisteminin Finlandiya sisteminde en önemli refah anahtarlarından bir tanesidir. Aynı zamanda sosyoekonomik ilişkiler, linguistik alanı, kültürel geçmiş, bunların hepsine uygun bir eğitim sistemi sunmaktadır öğrencilerine. Okul ağı bütün bölgelere ulaşmaktadır ve temel eğitim ücretsizdir. Hem eğitim, hem okul yemekleri, hem materyalleri, hem sağlık hizmetleri, engellilere özel hizmetler, hepsi ücretsizdir. En iyi performanslı ve en kötü olan okullar arasında fark çok azdır. Eğitim sistemi her öğrenciye çok büyük bir esneklik tanımaktadır. Üçüncü düzey eğitime, yani liseye geçtiklerinde hiçbir zaman bir çıkmaza girmek durumunda kalmaz öğrenciler.
Finlandiya eğitim alanında bu başarıyı nasıl elde etti. Bu kongre için temanız insan ve kültür. Bu iki konu aslında tabi ki başarı ve gelişim için çok ciddi öneme sahip iki konu. Bugün eğitim sistemimiz nasıl işleyişe sahip, bunu aktaracağım. 2000 yılından önce kimse Finlandiya’nın eğitim açısından nasıl bir ülke olduğunu bilmiyordu. Ancak ilk sonuçlar ortaya çıktı, Pisa sonuçları. Uluslararası başarı sonuçları diyoruz buna. Bu sonuçlar dahilinde Finlandiya’nın okumada, matematiksel okuryazarlıkta, bilim okuryazarlığında, birçok alanda lider olduğunu gördük ve hala 2012 yılına bile geldiğimizde, 12 yıl sonra bile hem Avrupa'da hem de dünyada en iyilerden biriyiz diyebilirim. Herkes bize nasıl böyle birinci olabiliyorsunuz diye sorduklarında şunu söylüyoruz. Bazı çok önemli ülkeler de geliyor eğitim alanına. Mesela Singapur şu an en iyi ülkelerden biri. Kore, Japonya, Asya ülkeleri de gelişiyor. Peki Finlandiya’nın bu alandaki farkları nelerdir. Hala mükemmel bir ülke olarak performans sergiliyorsa eğitim alanında bunun sebebi nedir. Asya ülkelerindeki durum nedir, buna da bakacak olursak, Asya ülkelerinde öğrenciler saatlerce çalışıyor ve ebeveynlerinin çok ciddi bir yatırım yapması gerekiyor okul sonrasında. Evde ev ödevlerine yardım eden öğretmenler, özel dersler ve öğrenciler çok yoruluyor. Singapur aslında Finlandiyalı uzmanlara şunu soruyor şu an, nasıl bu kadar iyi sonuçlar elde edebiliyorsunuz eğitim alanında? Gün içerisinde çok az zaman harcanıyor, ekstra bir özel derse ihtiyaç olmuyor. Zorunlu ev ödevi yok. Sadece önemli olan şey okuldaki kalite. Yani bu en önemli kısmı, verilen eğitimin kalitesi, en önemli kısmı diyoruz. Şu an Singapur daha az zaman harcayarak daha faza eğitim vermeye başladı. Yani okul bütün bu hizmetlerin ve olanakların yüksek kaliteli bir hayat sağlamak için verildiği yer haline gelmeye başladı. Birçok kişi diyor ki, okullarda her öğrenciye ücretsiz hizmetler veriyorsunuz. Bunların da başarıya etkisi oluyor mu diye soruyorlar. Öğle yemekleri de ücretsiz, etkisi oluyor mu. Evet diyorum aslında. Çünkü sonuçta bütünsel bir yaklaşım izlemeniz lazım. Tek bir alana odaklanmamanız lazım. Dolayısıyla tek başarı sebebi bu diyemeyiz tabi ki ama bütün verdiğimiz hizmetlerin bir katkısı olduğunu değerlendirmek lazım.
80’lerin başında Finlandiya, tamamen paralel bir sisteme geçti. Yani yeni bir eğitim anlayışına geçti ve güçlü bir şekilde eğitime fırsat eşitliğine odaklanmaya başladı. Bu da ne anlama geliyor. Herkes eğitim alabilir, her çocuk eğitim almalı ve her çocuğu kapsamalıyız, onlara göre sınıflar lazım ve yükseköğrenime erişimi olmaları lazım dedik. Öğrenci bir şekilde başarısız olursa, hayatının belirli bir aşamasında, her zaman yeni seçenekleri var. Bu şekilde eğitim hizmetlerini daha sonra devam ettirebiliyorlar. Bu da şu anlama geliyor. Çok böyle dramatik bir başarısızlıkla karşılaşmıyorsunuz. Her zaman desteğe ihtiyacınız var. Desteklerken tabi ki ebeveynlerinizin desteği, yerel toplulukların desteği, ama tabi bir taraftan da sağlık sosyal hizmetler bunların hepsinin el ele gitmesi lazım. Bunların hepsi büyüme ve gelişme için büyük bir katkıda bulunuyor. Bu fırsat eşitliğinden bahsetmiştik. Fırsat eşitliği her bir bireyin potansiyelinin sonuna kadar kullanılması anlamına geliyor aslında. Bence Finlandiya’daki eğitim sisteminin temel felsefesi budur. Bütün eğitim sisteminde zaten bu yaklaşımı görebiliyorsunuz. Yani okul öncesi eğitiminden yetişkin eğitimine kadar bütün basamaklarda bu yaklaşım olduğunu görüyorsunuz. Bizim bir eğitim ekosistemimiz var, eğitiminize bir sonraki aşamaya geçmek için her zaman hazırlıklısınız. Yani en önemli becerilerin öğrenilmesi sağlanıyor, daha sonra da öğrenciler bütüncül bir şekilde destekleniyor. Sadece öğrenim, dil, matematik vs ibaret değil, aynı zamanda bir insan olarak büyümelerini gelişmelerini de destekleyen bir sistemimiz var. Finlandiya sisteminde güven hakikaten çok önemli bir kavram. Öğretmenlerimize duyduğumuz güven, yerel hizmet sağlayıcılarımıza duyduğumuz güven çok önemli. Biz de onlara tabi ki destek sağlıyoruz. Öğretmenlerimizin mutlaka sorumluluk alması gerekiyor yerel düzeyde. Ulusal olarak baktığımızda, daha böyle geniş çerçeveler var ama yerel olarak okullar, beraber bir araya gelip kendi planlarını yaratıyorlar. Nasıl eğitim verecekler, hangi hizmetleri sağlayacaklar öğrencilerine, bunu beraber değerlendiriyorlar. Bu da her öğrencinin öğreniminin ve becerilerinin desteklenmesi anlamına geliyor. Birçok alandan gelen gruplar kuruluyor. Sağlık hizmetleri verenler, sosyal çalışanlar, hepsi bir araya gelerek farklı öğrenim tiplerine farklı hizmetler sağlıyor.
Okulların kendi programlarını oluşturmaları için özgürlükleri de var, standart bir test sistemimiz yok. Ya da teftişimiz yok Finlandiya’da. Biz öğretmenlerimize güveniyoruz, öğretmenlerimiz işlerini yapar diyoruz ve hakikaten de çok kalifiye öğretmenlerle çalışıyoruz. Ki uluslararası ölçümler de bunu kanıtlar nitelikte. Çok üst düzey bir hizmet verdiğini söyleyebiliriz öğretmenlerimizin. Finlandiya öğretmenlerini farklı kılan nedir, hepsinin 5 yıllık bir akademik eğitime sahip olması gerekiyor. Hem içerik, hem de pedagoji kısmı var. Teftişe vs. tabi tutmuyoruz onları. Hepsini bağlı olduğu bir öğretmen sendikası var, çok yüksek maaşları yok ortalama seviyede ama mesleklerine çok adanmış kişilerden seçiyoruz bu kişileri. Dolayısıyla bizim tabanımız bu. Eğitim tabanımız bu öğretmenlerimiz. Ve öğretmenlerimiz uluslararası olarak en iyi ekiplerin seçildiği bir sisteme de dahil ve en iyi eğitimi uygulama konusunda teşvik ediliyorlar bir şeyleri değerlendirmemiz demek, değerlendirmenin tek amacı daha da ileri gitmek. Yani hiçbir şekilde bir sonucu elde etmek için o değerlendirmeyi yapmıyoruz, daha ziyade sistemimizi nasıl geliştirebiliriz diye devamlı bir değerlendirme halindeyiz. Bilgiyi beraber nasıl yaratabiliriz gelecek için diye düşündüğümüzde, her şey okulda başlıyor, tabanı orada oluşturuyorsunuz. Birlikte çalışmayı öğreniyoruz, aynı zamanda kişisel öğrenim için de destek sağlıyoruz teknolojiyi nasıl kullanacağına da destek sağlıyoruz. Öğrenme artık değişiyor, öğrenim alanları değişiyor, her yerde öğrenebiliyoruz. Bu yeni sınıflarımız bizim oturma odamız gibi, resmi bir sınıf yok artık. Yapmaya çalıştığımız şey bugün itibariyle, öğretmen ve öğrencilerin birlikte öğrenmesi. Yani sabit uygulamalarımız yok. Yeni bir senaryoya ihtiyacımız varsa, eğitimi daha iyi hale getirebiliriz diye, hemen o senaryoyu ortaya çıkarıyoruz.”
Dört Çalıştaydan Çıkan Önemli Bir Sonuç: Nesnelerin İnterneti Dönemi Başladı
13. Sanayi Kongresi’nde eş zamanlı olarak yapılan dört serbest kürsü çalıştayında, “Nasıl Üretim, Nasıl İnsan, Nasıl İşbirliği ve Nasıl Sürdürülebilirlik?” sorularına yanıt arandı. Aydın, Gaziantep, Kocaeli, Adana, Denizli, Ege Bölgesi, Konya, Ankara, Eskişehir Sanayi Odaları ile Sakarya, Mersin, Sivas ve Kastamonu Sanayi ve Ticaret Odaları’nın iş birliğiyle düzenlenen çalıştaylara, öğrencilerden sanayicilere, akademisyenlerden girişimcilere geniş yelpazede katılımcılar büyük ilgi gösterdi.
“Nasıl Üretim?” çalıştayında milyarlarca dolarlık cirolara ulaşan markaların AR-GE ve tasarıma verdiği önemin altı çizilirken, Türkiye’de tasarımın ikinci planda kaldığı, tasarıma önem verilse bile bu tasarımları üretebilecek teknolojinin eksikliğinin gelişimde engel teşkil ettiği vurgulandı. Çalıştayda ayrıca geleceğin ana akımının kişiye özel benzersiz tasarımlar ve üretimde olduğu, artık “nesnelerin interneti” döneminin başladığı, içinden elektrik geçen her ürünün internete ve birbirlerine bağlı olacağı dile getirildi. Türkiye’nin ise bu süreci iyi değerlendirmemesi halinde treni kaçıracağına dikkat çekildi.
Tek bir kalıp insan doğru değil
“Nasıl İnsan?” çalıştayında insanların tek bir kalıba konulmadan özgürleştirilmesi gerektiğine dikkat çekildi. Özellikle eğitim sisteminde eşit imkanlar ve fırsatlar sunulması ile insanların yeteneklerini geliştirebileceği, rekabet ortamının değil motive edici bir ortamın sağlanması gerektiği ve bu sayede sanayinin ihtiyacı olan kaliteli iş gücünün karşılanacağı vurgulandı.
“Nasıl Sürdürülebilirlik?” çalıştayında sürdürülebilirlik kavramı ile bunun neden olmadığı ve nasıl yapılacağı tartışılırken, dokuz temel eğilim ortaya çıktı. Buna göre sürdürülebilirlik hedefinin, eğitim, ahlak, adalet, şeffaflık, mutluluk, özgürlük, demokrasi, farklılığa saygı ve hesap verebilirlik süreçleri ile başarılacağı ortaya konuldu.
“Nasıl İşbirliği?” çalıştayında da işbirliğine gönüllü olarak gidilmesi gerektiğine dikkat çeken katılımcılar, sözleşme ile yapılan iş birliklerinin güven kaybına sebep olduğunu söyledi. Katılımcılar, işbirliğinin etik değerler içinde ele alınması gerektiğini ve toplumun değer yargılarının yeniden gözden geçirilmesini istedi. Çalıştayda işbirlikleri için yapılan sözleşmelerin kişileri samimiyetten uzaklaştırdığını, bu nedenle kooperatif sisteminin tekrar gündeme getirilmesi gerektiğini vurguladı.