İSO Başkanı Bahçıvan, Ticaret Savaşlarında İpin Ucunun Giderek Kaçtığına Dikkat Çekti

  • Meclis Konuşması
meclis-haziran2018-01

İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO), Haziran ayı olağan Meclis toplantısı, 27 Haziran 2018 tarihinde “Yılın İkinci Yarısına Başlarken Dünya ve Türkiye’deki Ekonomik Gelişmelere Sanayimizin Öncelikleri Açısından Bir Bakış” ana gündemi ile Odakule’de yapıldı. İSO Meclis Başkan Yardımcısı Hasan Büyükdede’nin yönettiği Meclis toplantısının konuğu İSO Danışmanı Ekonomist Can Fuat Gürlesel oldu.

İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, Meclis toplantısında ticaret savaşlarından ipin ucunun kaçmaya başladığına dikkat çekerek “Bu durum üreticiden tüketiciye, ihracatçıdan ithalatçıya birçok kesimi olumsuz etkiliyor. Sertleşecek misillemelerle ülkeleri içe kapanma noktasına götüren korumacılık, büyük çatışmaların habercisi. Umarız dünya barışı ve huzuru adına işler o noktaya varmaz” dedi. Türkiye’nin en güncel konusu olan seçimler ve ekonomi ile ilgili de Bahçıvan şunları söyledi: “Seçim bitti, artık Türkiye için icraat zamanı, ana gündem ekonomi olmalı. Başta kur oynaklığı, enflasyon ve cari açık olmak üzere ekonomimizin temel sorunlarına odaklanarak kalıcı çözümler üretmemiz ve finansal istikrarı sürdürmemiz gerekiyor.”


İSO Meclis Başkan Yardımcısı
Hasan Büyükdede

İstanbul Sanayi Odası Haziran ayı olağan Meclis toplantısı İSO Meclis Başkan Yardımcısı Hasan Büyükdede tarafından açıldı. Gündemle ilgili görüşlerini Meclis Üyeleri ile paylaşan Büyükdede şunları söyledi:

“Geçtiğimiz pazar yapılan seçimlerin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Yeni sistemde iş dünyamıza yeni görevler düşecek. Ülkemizin yönetiminde önceliklerin bilhassa sanayiye dönüşmesi için İstanbul Sanayi Odası’nın ve bizim çalışma gruplarımızın çok önem taşıyacağını düşünüyorum. İSO olarak 10 Meclis Çalışma Grubu oluşturduk. Bu Grupların oluşturulmasında katkı sağlayan herkese çok teşekkür ediyorum. Meclis’e konuk olacak kişilerin her ay belirlenmesinde katkı sağlamanız için sizden anketlere katılımınızı rica ediyoruz.” 


İSO Başkanı Erdal Bahçıvan

Büyükdede, sonrasında ana gündem maddesi ile ilgili konuşmasını yapmak üzere İSO Başkanı Erdal Bahçıvan’ı kürsüye davet etti. İSO Başkanı Bahçıvan, konuşmasında dünyanın iki büyük ekonomisi olan ABD ve Çin arasında karşılıklı olarak ticareti sınırlayıcı önlemler alınırken; korumacılık rüzgarının ABD ile Avrupa ülkeleri arasında da ayrışmaya neden olduğunu söyledi. Bahçıvan, ticaret savaşlarının kapsamının genişlemesi ve bu konuda ülkeler arasındaki restleşmelerin sertleşmesinin küresel büyümenin geleceği açısından endişe yarattığını dile getirdi.

ABD’nin 6 Temmuz’dan itibaren 34 milyar dolarlık Çin kaynaklı ithal ürünlere ek gümrük vergisi kesmeye başlayacağını hatırlatan Bahçıvan, Çin’in ceza vergilerine karşılık vermesi halinde ceza kapsamına alınacak ürün miktarının 450 milyar dolara çıkacağını anlattı. Öte yandan Trump’ın Harley-Davidson’ın Avrupa pazarına yönelik üretimini tarifeler nedeniyle yurtdışına taşıma kararı almasını eleştirdiğini ve işi tehdide kadar vardırdığını hatırlatan Bahçıvan, kendilerini yakından ilgilendiren komşu pazarlar İran, Irak ve Ürdün’de de sanayicileri de ilgilendiren farklı farklı ürün gruplarında son haftalarda arka arkaya korumacı önlemler alındığını aktardı.

Korumacılık alanında ipin ucunun giderek kaçmaya başladığını belirten Bahçıvan, bundan, üreticiden tüketiciye, ihracatçıdan ithalatçıya birçok kesimin olumsuz etkilendiği ve daha da önemlisi; kontrol kaybı, sürpriz ve öngörülemezlik eşliğinde giderek sertleşecek misillemelerin ülkeleri hiç arzu edilmeyen içe kapanma noktasına götürebileceğine dikkat çekti. Tarih defalarca kez görüldüğü üzere o noktaya varan bir korumacılığın büyük çatışmaları beraberinde getirdiğine işaret eden Bahçıvan, dünyanın barışı ve huzuru adına işlerin o noktaya varmamasını diledi.

Reel sektörün kur artışına bağlı olarak bilanço yapısında daha fazla risk taşıdığını aktaran Bahçıvan, bu riskin etkin bir şekilde yönetilmesini sağlayacak mekanizmaların büyük önem taşıdığını vurguladı. Diğer yandan ticari kredi faizlerinin yüzde 25’lere yaklaşan yüksek oranlarda seyretmesinin sanayiciler açısından yatırım yapmayı zorlaştırdığını ve finansman yükünü artırdığını söyleyen Bahçıvan, aynı şekilde enerji ve emtia fiyatlarının artmasının da sanayicileri zorladığının altını çizdi.

Seçimleri geride bırakan Türkiye’nin ana gündeminin bundan sonra kesinlikle ekonomi olması gerektiğini belirten Bahçıvan, başta kur oynaklığı, enflasyon ve cari açık olmak üzere ekonominin temel sorunlarına odaklanarak kalıcı çözümler üretmeleri gerektiğini aktardı. Bahçıvan, ayrıca yeni dönemde finansal istikrarı sürdürmenin son derece önemli olduğunu kaydetti.

Bütün bu sorunların çözüme kavuşturulması ve finansal istikrarın korunmasının etkili bir ekonomi yönetimini zorunlu kıldığına dikkat çeken Bahçıvan, son günlerde kamuoyu ile de paylaşılan bakanlıkların birleştirilerek sadeleştirilmesini olumlu bulduklarını belirtti. Yeni modeldeki istişare mekanizmalarının daha iyi çalıştırılarak efektif ve sonuç odaklı neticeler alınması gerektiğini dile getiren Bahçıvan, sonuç olarak daha verimli ve daha bütüncül bir ekonomi politikasının kurumsal altyapısının oluşturulmasını güçlü bir adım olarak gördüklerini ifade etti.

Ülke olarak ekonomik büyümeyi sağlamakta belli bir başarı elde ettiklerini ancak bu başarıyı sürdürülebilir hale getirmenin yolunun daha nitelikli bir büyüme modeline kavuşmaktan geçtiğini aktaran Bahçıvan, yeni dönemde ihtiyaç duydukları şeyin işte bu nitelikli büyümeye uygun bir kalkınma anlayışı olduğunu söyledi.

Bahçıvan şöyle devam etti:

“Nitelikli büyümenin temeli, hiç şüphesiz nitelikli üretime dayanıyor. Bu nedenle üretim ekonomisi odaklı reformlar konusunda somut adımların bir an önce atılması büyük önem taşıyor. İhracatımızın kompozisyonunda ciddi bir dönüşüm sağlamamız kaçınılmazdır. Bu konuda; AK Parti’nin seçim beyannamesinde ihracatta yüksek teknolojili ürünlerin payının yüzde 4’ten yüzde 15’e çıkartılması hedefinin benimsenmesini son derece doğru ve anlamlı buluyoruz. Ülkemizin dünyayla rekabet edebilen, yüksek katma değerli üretim yapısına geçebilmesi için en büyük ihtiyacımız ise nitelikli bir eğitim ve nitelikli insandır. Odağına insanı alan bir yaklaşımın yeni kalkınma anlayışımızın özünü oluşturması gerektiğine inanıyorum. Bu yaklaşımdan hareketle eğitimde kalite standartları sistemli bir şekilde takip edilmeli, eğitmenlerin niteliği güçlendirilmeli ve mesleki eğitime gereken önem verilmelidir. 

Nitelikli üretimin bir diğer sacayağı da nitelikli finanstır. Daha önce İstanbul Sanayi Odası olarak nitelikli finansa yönelik çeşitli önerilerimizi kamuoyuyla paylaşmıştık. Bu önerilerimiz arasında özellikle sanayimizin yüksek teknolojili yatırımlarının finansman ihtiyacını karşılayacak yeni nesil bir kalkınma bankası modelinin oluşturulması öncelik taşımaya devam ediyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde tamamıyla özel sektör bankacılığına dayanan bir başarı hikayesi yok. Sanayileşmiş ülkelerin tümünde, kamunun sanayi yatırımlarına verdiği desteğin başarıya giden yolda büyük önemi olduğunu görüyoruz. Bu desteğin başlıca aracı da kalkınma bankalarıdır. Bizim de yeni nesil bir Kalkınma Bankamız olması gerektiğini burada bir kez daha belirtmekte fayda görüyorum.

Arzu ettiğimiz üretim yapısının bir diğer koşulu, nitelikli bir yatırım ortamıdır. Yerli ve yabancı yatırımcılara güven veren, sürdürülebilir yatırımları çeken bir cazibe merkezine dünya çapında ihtiyaç duyuluyor. Bu açıdan özellikle kalıcı yatırım yapacak yabancı sermaye gelişine önem verilmesi gereğinin de altını çizmek istiyorum. “

Bir diğer önemli beklentilerinin ise sanayici üzerinde önemli bir yük oluşturan kıdem tazminatı sorununun BES modeli örnek alınarak çözüme kavuşturulması olduğunu belirten Bahçıvan, tüm ilgili tarafların katılımıyla geliştirilecek bu çözümün gerek işveren gerekse çalışanlar tarafından da önümüzdeki günlerde sahiplenileceğini ümit ettiklerini aktardı.

Sanayide yatırım yapmanın önündeki engellerden biri olan arazi tahsisi konusunda geçmiş dönemlerde önerdikleri “Emlak Sanayi” modelinin uygun devlet arazilerinin projelere göre özel sektöre tahsis edilmesini içerdiğini dile getiren Bahçıvan, bu uygulamanın bir yararının söz konusu arazinin belirli süre ile fabrika olarak kullanılmasının garanti altına alınması, diğer yararının ise arazinin rant amaçlı kullanımının önüne geçilmesi olduğunu ifade etti.

Çözüm bekleyen önemli bir sorunun da devreden KDV yükünün her geçen yıl artması olduğuna değinen Bahçıvan, bugün KDV’nin sanayicinin kıt kaynaklarından kamuya adeta bir işletme sermayesi transferi haline geldiğini vurguladı. Bahçıvan, kısa bir dönem önce gündeme gelmekle birlikte daha sonra yasadan çıkarılan devreden KDV alacaklarının sanayicilere ödenmesine ilişkin düzenlemenin bir an önce hayata geçirileceğini ümit ettiklerini söyledi.

Bir diğer ümit ve beklentilerinin de, kayıt dışılıkla daha etkin mücadele olduğunu kaydeden Bahçıvan, kayıt dışı üretimin bir yandan düşük kaliteli ürünlerin pazara girmesine neden olurken diğer yandan vergisini ödeyen sanayiciler karşısında haksız rekabete neden olduğunu anlattı. Bahçıvan, bu noktada kayıt dışı istihdamın düşürülmesine ve muhtelif vergi kayıplarının önlenmesine yönelik hedefleri önemli bulduklarını ekledi.

Hem dünyada hem de Türkiye’de AR-GE, yenilikçilik, dijital dönüşüm ve endüstri bölgelerinin önümüzdeki dönemin en önemli konu başlıkları olduğunu hatırlatan Bahçıvan, “AR-GE ve yenilikçilik faaliyetlerinin ticarileştirme ve markalaşma süreçlerinin hızlandırılmasına daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğine inanıyoruz. Üretim dinamiklerinin yeniden şekillendiği günümüzde teşvik-destek sistemi, insan kaynakları ve eğitim politikalarını da içerecek şekilde ‘üretimde dijital dönüşüm stratejisi’nin uygulamaya geçmesinin beklentisi içindeyiz. Geçtiğimiz dönemde bu konuda başlayan gelişmeleri çok anlamlı buluyoruz. Sanayimizin de başta AR-GE olmak üzere bizi bekleyen bu teknolojik değişime, dijital dönüşüme kendini daha iyi hazırlaması ve sunulan imkanlardan daha fazla pay almasının gerektiğini düşünüyoruz. Endüstri bölgelerine gelince; mevcut endüstri bölgelerinin sayısının artırılmasını sevindirici buluyoruz. Ancak belli sanayi kollarının yerleşik olduğu bölgelerde oradaki üretim kültürü ve ekosisteminin düşünülerek gerçekçi uygulamaların tartışılmasının faydalı olduğuna inanıyoruz. Öte yandan özellikle büyük ölçekli ve entegre yatırımların önünü açacağı düşünülen mega endüstri bölgelerinin bir an önce hayata geçirilmesini ümit ediyoruz” şeklinde konuştu. 

Türkiye’nin kısıtlı kaynaklarının yanında, artık dünyanın da kaynaklarının bol olmayacağı bir döneme girdiklerini hatırlatan Bahçıvan, “Son 10 yıldaki kadar bol ve ucuz finansal kaynakları artık unutalım. Bundan sonra kaynak çeşitlendirme şansımızın da çok fazla olmadığını kabul edelim. Bu bağlamda bizim artık kendi kaynaklarımızı çok doğru teşvik modelleriyle çok verimli, çok daha titiz, dikkatli ve nitelik bazlı kullanmamız gereken bir dönemine girmiş bulunduğumuzu özellikle vurgulamak istiyorum. Tabi Türkiye’nin geçtiğimiz yıllarda altyapıya çok kıymetli yatırımları oldu. Bunların bir kısmı mutlaka devam edecektir ve etmelidir de. Fakat yakın dönemde alt yapı projelerinde oluşturduğumuz marka ve modelleri, artık sanayide bizi marka yapacak modellere dönüştürmemizin zamanının geldiğine inanıyorum. Bugün gerçekleştirdiğimiz dev alt yapı yatırımları ile birlikte doğru tespit edilmiş, doğru teşviklendirilmiş ve doğru finansman ile de domine edilmiş vizyoner sanayi modellemelerinin; Türkiye’nin teknolojiye dayalı sürdürülebilir nitelikli ve kaliteli büyümesine katkısının çok büyük olacağına inanıyorum” dedi.


İSO Danışmanı Ekonomist
Can Fuat Gürlesel

Sonrasında kürsüye gelen İSO Danışmanı Ekonomist Can Fuat Gürlesel, Meclis ana gündemi ile ilgili İSO Meclis Üyeleri’ne konuştu. Yılın ilk yarısında dünya ekonomisinin yüzde 3,3-3,5 oranında büyüdüğünü, bunun yanında sanayi üretiminin zirve yaptığını ve istihdamın arttığını aktaran Gürlesel, ikinci yarının da ilk yarı gibi iyi geçeceğini öngördüklerini söyledi. Gürlesel bu büyümenin önünde ABD’nin izolasyon politikası ve ticari korumacılık uygulamalarının engel teşkil ettiğini ekledi.

Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin çok iyi bir büyüme performansı sergilediğinden bahseden Gürlesel, bu büyümenin arkasındaki en büyük gücün sanayi olduğuna dikkat çekti. Sanayi üretimindeki beklentileri gösteren PMI verilerinin oldukça iyi geldiğini aktaran Gürlesel, yenilenen bir sanayi yapısı olduğuna işaret etti. Dünya mal ticaretinde de iyi bir tempo olduğuna değinen Gürlesel, 2017 yılında yakalanan büyümenin 2018’in ilk beş ayında da devam ettiğini ancak korumacılık önlemlerinin sınırlayıcı ve yavaşlatıcı olabileceğini ifade etti.

Fed ve Avrupa Merkez Bankası’nın para politikalarından da bahseden Gürlesel, küresel kriz sonrasındaki parasal genişlemenin tersine döndüğünü anlattı. Fed’in 2018 yılı içierisinde iki kez faiz artırarak 2,5 puana, 2019’da ise 3,5 puana çıkmasını beklediklerini dile getiren Gürlesel, kriz öncesindeki 6,5 oranındaki faizin yarısına gelmiş olacağını ekledi. Gürlesel bu süreçte dolar finansmanının giderek daha pahalı hale geleceğine dikkat çekti.

Artan talep nedeniyle emtia fiyatlarının yılbaşından bu yana yukarı yönlü olduğunu belirten Gürlesel, korumacılık nedeniyle fiyatların aşağı çekilebileceğini söyledi. Petrol fiyatlarında da yükseliş olduğuna değinen Gürlesel, İran konusunda yaşanan risklerin de buna katkı yaptığını kaydetti. ABD’nin uluslararası anlaşmalardan çekilmesi, Batılı müttefikleri ile arasının açılması, İran nükleer anlaşmasından çekilmesi ve aldığı korumacılık önlemlerinin dünya ticareti için büyük risk oluşturduğunu vurgulayan Gürlesel, korumacılık önlemlerine Asya ülkelerinden gelebilecek cevapların ticaret savaşına yol açabileceğini aktardı.

Türkiye’nin seçim sonrasındaki ekonomik gündemine de değinen Gürlesel, ülkenin iki yıldır enflasyonist büyüme politikası uyguladığını ve bunun sürdürülebilir olmadığını ifade etti. Türkiye’nin enflasyon, dış ticaret açığı, cari açık ve bütçe açığı gibi sorunları olduğunu belirten Gürlesel, 2002 öncesindeki gibi birbirini besleyen enflasyon, döviz ve faiz sarmalına girdiklerini dile getirdi. Reel sektörün borç stokunun 295 milyar dolar olduğu bilgisini veren Gürlesel, kredi kullanan firmaların büyük ölçüde TL gelirine sahip olmasının büyük risk teşkil ettiğini aktardı. Bankalarla reel sektörü karşı karşıya getirmek yerine 2002’deki İstanbul yaklaşımı benzeri bir noktanın benimsenmesi gerektiğinin altını çizen Gürlesel, bankacılık sektörünün tehdit altında olduğunu belirtti.

Türkiye’nin CDS puanının 300’ün üzerinde olduğunu ve yabancılar nezdinden bu seviyenin iflas riski teşkil ettiğini aktaran Gürlesel, dünyada Arjantin, Ukrayna ve Türkiye’nin bu seviyenin üstünde kaldığını söyledi. 10 yıl vadeli tahvil faizinin 16,92 olduğunu açıklayan Gürlesel, kendi para birimiyle en yüksek borçlanan ülkenin Türkiye olduğuna değindi. Türkiye’nin önünde iki alternatifi olduğunu anlatan Gürlesel, birinci seçeneğin sıkı para politikası ve yapısal reformlarla tüketimi kısarken üretici ve ihracatçıya destek olmak olduğunu ikinci seçeneğin ise genişletici para politikası ve enflasyonist büyüme ile geçici canlılık yaratmak olduğunu ancak ikinci politikanın Türkiye’yi yıl sonunda krize götürebileceğini ekledi.

Yapılan bu konuşmaların ardından İSO Meclis Üyeleri kürsüye gelerek ana gündem maddesi ile ilgili görüşlerini paylaştı.