Meclis Konuşması
İSO’dan, Sanayinin 9 Sorununa 9 Çözüm Önerisi
- 26.11.2014
- Meclis Konuşması
İstanbul Sanayi Odası Kasım ayı Meclis Toplantısı, “Yeni sanayi hamlesi öncülüğünde ihracat odaklı ekonomi ve sanayimizin geleceği” gündemi ile 26 Kasım 2014 tarihinde Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin katılımı ile gerçekleştirildi. İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay’ın başkanlık yaptığı toplantıda konuşan İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, 9 önemli sorunla ilgili olarak İSO’nun 9 çözüm önerisini Bakan’la paylaştı.
Toplantıya yoğun katılım gösteren sanayicilere seslenen Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, sanayicilerin yıllardır dile getirdiği kaynak kullanımı destekleme fonu (KKDF) ile ilgili müjde verdi. Bu konunun çözüm için masalarında olduğunu ve özellikle belli proseslerde KKDF’yi kaldırma hazırlığı yaptıklarını söyleyen Bakan Zeybekci öncellikle üretime dayalı proseslerde bu uygulamaya geçeceklerini açıkladı. Bakan Zeybekci’nin bu müjdesi sanayiciler tarafından uzun süre alkışlandı.
Ekonomi Bakanı, 18 yıldır sürmekte olan Gümrük Birliği’nin bu haliyle sürdürülemez olduğunu belirterek revize edilmesi gerektiğini söyledi. Bu anlaşmanın yapıldığı tarihte Türkiye’nin kısa süre içinde AB üyesi olma perspektifiyle imzalandığını, aradan geçen süre içerisinde anlaşmanın Türk sanayine çok şey kattığını fakat bugün artık yeniden ele alınması gereğinin ortaya çıktığını vurguladı. Sanayicilere seslenen Bakan Zeybekci, Türkiye’nin 2023 hedeflerini yakalayabilmesi için kültürel yakınlığımız olan coğrafyalara gitmeleri tavsiyesinde bulundu. Türk ekonomisinin ve sanayicisinin bu coğrafyalarda tüketim anlayışını belirleyebileceğinin altını çizen Zeybekci “Özellikle buralarda tüketim ağlarını da yönetebiliriz. İşte, o zaman 2023 hedeflerine ulaşabiliriz. Birçok alanda birinci sıraya koşabiliriz” dedi.
Toplantının gündemiyle ilgili açılış konuşması yapan İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, İstanbul Sanayi Odası olarak, sanayimizin ve sanayicilerimizin Ekonomi Bakanlığı’nı ilgilendiren konularda yaşadığı 9 önemli sorun ve bu sorunlara yönelik çözüm önerilerini 9 başlık altında sundu. İSO Başkanı Bahçıvan’ın da konuşmasının ana maddelerinden biri Gümrük Birliği idi.
Bahçıvan bu 9 önemli sorunu “Gümrük Birliği ve serbest ticaret anlaşmaları, ihracat, finansal istikrar, teşvikleri, yabancı sermaye, KKDF, kalkınma bankacılığı, yatırımcının sermeyesini arsaya ve binaya bağlamaması, sanayiye yönelik istihdamın özendirilmesi ve koruma önlemleri” şeklinde özetledi.
1996 yılında Gümrük Birliği’ne katılmış olmamızın ardından halen Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinin tamamlanmamasından kaynaklanan sorunlar yaşandığını kaydeden Bahçıvan “Serbest Ticaret Antlaşmalarının ivme kazandığı bir süreçte Türkiye’nin Avrupa Birliği ile 18 yıldır sürdürmekte olduğu Gümrük Birliği nedeniyle içinde bulunduğu durum, artık sürdürülebilir değildir. Öyle ki, 2015 yılını gümrük birliği yılı haline getirmeliyiz. Bunu yaparken de; Gümrük Birliği’nin, Serbest Ticaret Antlaşmaları’nın olumsuz etkisini bertaraf edecek şekilde revize edilmesi ve kapsamının değişen ticari koşullara uygun olarak genişletilmesine odaklanmalıyız” dedi.
İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan’ın dile getirdiği sorunlar ve çözüm önerileri şöyle:
“İstanbul Sanayi Odası olarak, sanayimizin ve sanayicilerimizin bakanlığınızı ilgilendiren konularda yaşadığı sorunları ve bu sorunlara yönelik çözüm önerilerimizi dokuz başlık altında şimdi sizinle paylaşmak istiyorum.
İlk olarak Gümrük Birliği ve kontrolümüz dışında gelişen Serbest Ticaret Antlaşmalarına ve olası olumsuz etkilerine değinmek istiyorum.
1996 yılında Gümrük Birliği’ne katılmış olmamızın ardından halen Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinin tamamlanmamasından kaynaklanan sorunlar yaşamaktayız. Serbest Ticaret Antlaşmalarının ivme kazandığı bir süreçte Türkiye’nin Avrupa Birliği ile 18 yıldır sürdürmekte olduğu Gümrük Birliği nedeniyle içinde bulunduğu durum, artık sürdürülebilir değildir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu bu süreç artık günübirlik heyecanlarla değil, tüm paydaşlarıyla şeffaf bir şekilde tartışılmalı. Sorun, somut ve objektif bir şekilde ortaya konulmalı derken; bu konunun ortak akıl ve sağduyu eşliğinde analiz edilerek, yeni bir yol haritasının çıkarılması gerektiğine inanıyoruz.
Öyle ki, 2015 yılını gümrük birliği yılı haline getirmeliyiz. Bunu yaparken de; Gümrük Birliği’nin, Serbest Ticaret Antlaşmaları’nın olumsuz etkisini bertaraf edecek şekilde revize edilmesi ve kapsamının değişen ticari koşullara uygun olarak genişletilmesine odaklanmalıyız.
Bu noktada, Gümrük Birliği bağlamında Amerika ile Avrupa Birliği arasında “Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı”nın ivme kazanmış olmasına dikkatinizi çekmek istiyorum.
Türkiye, bu antlaşmanın dışında kaldığı takdirde iki dev blokla ticaretini sürdürmekte sıkıntılarla karşılaşılacaktır. O halde, ticaret sapması riski ve ikili ticaret dengesinin daha da kötüye gitmesi durumunun engellenmesi ve ülkemize yıllık milyarlarca dolara ulaşabilecek maddi zararın önlenmesi için şimdiden gerekli tedbirler alınmalıdır.
Böyle bir süreçte Ekonomi Bakanlığımızın Güney Kore ile Serbest Ticaret Antlaşması, İran’la Tercihli Ticaret Antlaşması ve Japonya’yla Ekonomik Ortaklık Antlaşması imzalayıp yürürlüğe koymasını çok önemli buluyoruz. Ayrıca Bakanlığımızın Malezya’yla Serbest Ticaret Antlaşması müzakerelerini tamamlarken, Singapur’la aynı doğrultuda müzakereleri sürdürmesi ve Rusya’yla Avrasya Gümrük Birliği oluşturmak için yoğun bir temas içinde olması da son derece önemli.
Ekonomi Bakanlığımızca yürütülmekte olan STA müzakerelerinde özel sektörün de yer alması, başta etki analizleri olmak üzere STA’ların dış ticaretimize etkileri hakkında özel sektörün görüş ve katkılarının alınmasının faydalı olacağına inanıyoruz. İstanbul Sanayi Odası olarak bu konuda her türlü katkıyı vermeye hazır olduğumuzu burada özellikle belirtmek istiyorum.
İkinci başlık olarak ihracat konusuna değinmek istiyorum: 2023 yılı hedeflerinin çıkışını oluşturan ihracat hedefleri orta vadeli programlar ile sürekli aşağı yönlü revize edilmektedir. İhracat strateji belgesinde 2018 yılı için 286 milyar dolar, 10. Beş Yıllık Kalkınma Planında 275 milyar dolar olan ihracat hedefi Orta Vadeli Program ile 220 milyar dolara gerilemiştir.
Fiili ihracat artışı da 2008-2013 yılları arasında 20 milyar dolar ile hem ihracat strateji belgesi hedeflerinin altında kalmış hem de aynı dönemde birçok ülkenin ihracat performansının gerisinde kalmıştır.
Belirttiğim gelişmeler ışığında ve tüm küresel ekonomik koşullar ile pazarlarımızdaki gelişmeler de dikkate alındığında ihracata çok daha geniş kapsamlı destek ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. İhracat teşviklerinde firma performansı ve sürdürülebilirlik kriterini dikkate almanın yanı sıra; bakanlık kaynaklı ihracat desteklerinin sanayi ürünlerimize yansıyan payının çok düşük olduğunu görmekteyiz. Desteklerin payının, toplam ihracatın yüzde 1’ine çıkartılmasının ve sanayi sektörünün bundan daha fazla pay almasının faydalı olacağına inanıyoruz.
Yine bu kapsamda son dönemlerde başta yönetim anlayışı olmak üzere ihracatçıyı başarılı uygulamalarıyla destekleyen Türk Eximbank’ına daha fazla görev düşmektedir. Türk Eximbank’ın katma değeri yüksek ürünlerin ihracatını desteklemek üzere orta-uzun vadeli kredileri daha da artırması, uygun faiz oranı ve kolay teminat koşulları ile kullandırmasına devam etmesi ekonomimiz ve sanayimiz için büyük önem taşımaktadır.
Üçüncü başlık olarak her zaman vurguladığımız finansal istikrar sanayimiz için en önemli değerdir. Finansal istikrar ışığında rekabet edebilir ve öngörülebilir bir kur ihtiyacımızı özellikle vurgulamak istiyorum. Yeri gelmişken özellikle düşen petrol ve emtia fiyatlarına bağlı olarak cari açıktaki iyileşme beklentisinin ekonomimiz açısından olumlu bir gelişme olduğunu vurgulamak istiyorum. Ama bu sürecin kısa vadede TL’nin aşırı değerlenmesine fırsat vermeyecek bir yaklaşımla yönetilmesinin ekonomimiz ve sanayimiz için gerekli olduğuna inanıyoruz.
Dördüncü başlık olarak teşvikler konusuna değinmek istiyorum: Türkiye, gelişmiş ülkeler seviyesini yakalayabilmek için üretim ve ihracata dayalı bir büyüme modelini hedef almıştır. Böyle bir büyüme modeli bilgi ve teknoloji içeriği daha yoğun, katma değeri daha yüksek bir sanayi yapısına geçiş ile mümkündür. Dolayısıyla Türk sanayisinin yüksek katma değerli ve yüksek, orta-yüksek teknolojili sektörlere dönüşüm ihtiyacı bulunmaktadır. Bu dönüşüm ancak yeni bir anlayışa dayalı yeni bir teşvik sistemi ile mümkün olacaktır.
Mevcut bölgesel ve sektörel teşviklerin yanı sıra yüksek katma değer üreten ve yüksek teknoloji yoğunluklu projeler temelli teşvik sistemi uygulanmalıdır. Burada yeri gelmişken yabancı sermayenin öneminin altını çizmek istiyorum. Yabancı sermayenin yüksek teknoloji üretecek, farkındalık yaratacak şekilde uzun vadeli ve kalıcı olarak gelmesine çok önem vermemiz gerektiğini burada özellikle ifade etmek istiyorum. Bu konuda kamu alımları politikalarının; hem yabancı sermayenin özendirilmesi, hem de yerli sermayenin gelişmesine fırsat yaratacağına inanıyoruz.
Beşinci başlık olarak, sanayicimizin rekabet gücünü azaltan KKDF konusuna değinmek istiyorum.
Sanayicimizin kısıtlı olan sermaye kaynaklarının KKDF’ye kullanılması bir haksızlıktır. Kredi limitlerinin üretim ve yatırım yerine, KKDF için kullanılması, hiç kimseyi mutlu etmemektedir. Sanayimizin rekabet gücünü korumak ve artırmak için, ithalatta, tüketim malı dışarıda bırakılarak, kapasite raporlarında belirtilen hammadde ve yatırım malı ithalatında KKDF tamamen kaldırılmalı, sanayicilere kapasite belgelerine bağlı olarak KKDF ödemeden ithalat yapabilme imkânı tanınmalıdır.
Altıncı başlık olarak Kalkınma Bankacılığı konusuna değinmek istiyorum.
Kalkınma bankacılığının sanayimizin üreterek sürdürülebilir büyümesinde önemli bir rol üstlenmesi gerekmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki başarılı sanayileşme hikâyelerinin, sadece özel sektör bankacılığıyla yaratılmış olduğunu düşünmek büyük bir yanılgıdır. Sanayileşerek büyüyen her ülkede mutlaka bu işte kamunun geliştirici, kapsayıcı ve destekleyici bakış açısını görürsünüz. Bu iş Kalkınma Bankacılığı ile gerçekleştirilmektedir.
Türkiye’nin mutlak surette sanayiyi destekleyen kalkınma bankacılığı modelini oluşturması gerekmektedir. Türkiye Kalkınma Bankası, kuruluş amacındaki asli görevine bir an önce kavuşturulmalıdır.
Yedinci başlık olarak yatırımcının sermayesini arsaya ve binaya bağlamaması konusuna değinmek istiyorum.
Emlak Konut devlet arazilerine yapılacak konutlarla ilgili bir kuruluşsa aynı model sanayici için de hayata geçirilebilir. Adına örneğin Emlak Sanayi diyeceğiniz bir kuruluş, uygun devlet arazilerini projelere göre özel sektöre tahsis eder. Özel sektör 49 yıl boyunca bu arazilerin aylık ya da yıllık kirasını Emlak Sanayiye öder. 49 yıl sonra arazi şirketin aktifine belirlenecek koşullarla geçer. Bunun en büyük faydası o arazinin 49 yıl boyunca fabrikaya hizmet vermesini garanti altına almasıdır. Böylece bölge 'para etti' diye 10 yıl içinde fabrika sahibinin konut projesi gerçekleştirebileceği bir alan olmaktan da çıkar. Yatırımcının sermayesini arsaya ve binaya bağlamaması konusunda gerekli düzenlemelerin vakit kaybetmeksizin yapılmasının yararlı olacağına inanıyoruz.
Sekizinci başlık olarak sanayiye yönelik istihdamın özendirilmesi konusuna değinmek istiyorum.
Son dönemde, İş gücüne yeni katılacak olan kitlenin çoğunda sanayi sektörü artık bir tercih değildir. Sanayide istihdam sorununun özü: Yeteri kadar işgücünü sanayiye çekememektir! Bu hem sanayi hem de istihdam piyasası için çözülmesi gereken çok önemli bir risktir. İstihdam üzerinde sanayinin oynadığı kilit rol unutulmamalıdır. Bu nedenle, Türkiye olarak, istihdamın sektörel dağılımı tablosuna odaklanarak, sanayi istihdamından uzaklaşma eğiliminin önüne geçmek için sanayide istihdamı cazip kılacak önlemler alınmalıdır.
Dokuzuncu ve son başlık olarak dış ticarette önemli bir politika aracı olan koruma önlemleri uygulamalarına değinmek istiyorum.
Bakanlığımızın özellikle tüketime yönelik sanayi malları ithalatında uyguladığı koruma önlemlerinin başarılı olduğunu sevinerek gözlemlemekteyiz. Ancak, sanayide ara malı olarak kullanılan bazı temel girdilerin ithalatında uygulanan ek yüklerin özellikle bu ara mamulleri kullanan sanayicilerimiz açısından ciddi bir rekabet dezavantajı oluşturduğuna tanık olmaktayız.
İşte bu çerçevede, şimdi, çelik ve plastik üreticilerinin yaşadığı iki soruna dikkat çekmek istiyorum: 2009 yılında, dünyada başlayan küresel krizin olumsuz etkilerinden ülkemizin çelik üreticilerini korumak amacıyla yassı Çelik ürünleri ithalatına uygulanan gümrük vergisi artırılmıştır. Bu önlem, yassı ve paslanmaz çelik ürünlerini girdi olarak kullanan, ihracatta önemli ağırlığa sahip farklı sektörlerimizin rekabet gücünü olumsuz etkilemiştir. Ülkemizdeki yassı mamul üretim kapasitesi son yıllarda faaliyete giren yeni tesislerle artmış olmakla birlikte, henüz iç pazardaki ihtiyacın çok büyük bir bölümü ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Sektörlerimizin yaşadığı hammadde sıkıntısının giderilmesi amacıyla yassı çelik ürünleri için uygulanmakta olan gümrük vergilerinin kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz.
Plastik hammadde ithalatında da bir takım ürünlere getirilen korunma önleminin, bu hammaddeyi kullanarak üretim yapan plastik sektörünün ilave maliyetler üstlenmesine neden olarak sanayimizin rekabet gücünü olumsuz etkilendiğini gözlemlemekteyiz. Sektörde uygulanan koruma önlemlerinin kaldırılmasının sektöre yarar sağlayacağına inanıyoruz.”