Meclis Konuşması
İSO’nun Kasım Ayı Meclis Toplantısında Dünya ve Türkiye Ekonomisi Konuşuldu
- 22.11.2017
- Meclis Konuşması
İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) Kasım ayı olağan Meclis toplantısı 22 Kasım 2017 tarihinde "2017'yi Geride Bırakırken Dünya ve Türkiye Ekonomisine Bir Bakış" ana gündemi ile Odakule’de yapıldı. İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay tarafından yönetilen Meclis toplantısına Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve İSO Danışmanı Doç. Dr. Hatice Karahan ile İSO Danışmanı Dr. Can Fuat Gürlesel konuk oldu.
İstanbul Sanayi Odası (İSO) Meclisi’nin Kasım ayı olağan toplantısında konuşan İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, reel sektörün 210 milyar doların üzerinde net döviz açık pozisyonu olduğuna dikkat çekerek “Sanayicilerimizin yatırımlara, büyümeye ve istihdama katkısını sürdürebilmesi için, kur riskine karşı korunması büyük önem arz ediyor. Tüm çözümleri Merkez Bankası’ndan beklememek gerek” dedi.
İSO Başkanı Bahçıvan bu yıl şirketler için bir finansal inovasyon olarak nitelendirdiği KGF ile ilgili olarak da şunları söyledi: “Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu ile KGF’nin kalıcı bir kurum olmasının yanı sıra, önümüzdeki dönemde daha üretim ve yatırım odaklı bir yapıya dönüşmesi ve bu yönde ortak bir görüş oluşturulması konusunda fikir ve iş birliğine vardık.”
İstanbul Sanayi Odası Kasım ayı Meclis toplantısı İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay tarafından açıldı. Meclis oturumunu açarken gündemle ilgili konuşan Okyay şunları söyledi:
“Biz sanayiciler, Türkiye’nin güçlü bir demokrasi, sosyal kalkınma ve kapsayıcı büyüme modeline dayalı, dünyada rekabet gücü yüksek bir ekonomi olması gayesine inanıyor ve bu amaca hizmet için çalışıyoruz. Bu yolculukta ülkemizin pek çok önemli yapısal sorununun yanı sıra büyük fırsatları barındırdığını da biliyoruz. 2000’li yıllarda nicelik olarak büyüttüğümüz ekonomimizin bugün niteliğini yukarı çekmeye gayret ediyoruz. Dünyanın 10 büyük ekonomisi arasına girme hedefimize ulaşmak için kendi sorunlarımızı çözüp dönüşmek; üstelik bu dönüşümü jeopolitik risklerin yükseldiği, farklı coğrafyalarda yeni soğuk savaşların yükseldiği distopik bir iklimde gerçekleştirmek zorundayız.
Dünya siyasetine baktığımızda, uluslararası ilişkilerde ülkelerin köprüler yerine duvarlar inşa etmeye başladığını görüyoruz. Bunun yanında, geçmişe kıyasla uluslararası alanda güçlenen aktörlerin sayısı artıyor. Gelişmeleri tahmin etmek daha zor hale geliyor. Böyle bir ortamda, ticarette korumacılık, popülist söylem, içe dönük politikalar güç kazanıyor. Kısacası, böyle bir iklimde işimiz kolay değil. Dünya ekonomisinin hızla yeniden şekillendiği, dünyanın üretim hub’ı olarak bilinen bölgelerin değiştiği dönemde üretimimizin niteliğini değiştirerek, küresel ölçekli projelere yönelerek dünyanın radarında kalmamız, yeni bir çekim merkezi yaratmamız mümkün.”
İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay, konuşmasının ardından, gündem ile ilgili konuşmasını yapması için kürsüye İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan’ı davet etti. Bahçıvan, konuşmasında dünya genelinde geleceğe dönük birçok belirsizlik ve kırılganlığın olduğunu belirterek bunları jeopolitik riskler, ülkelerin aşırı borçluluğu, gelir dağılımındaki bozulma, korumacı eğilimler, çevresel sorunlar, büyümenin sürdürülebilirliği ve kapsayıcılığı olarak sıraladı. Jeopolitik risklerin üzerinde en çok düşünülmesi gereken risk grubuna girdiğini belirten Bahçıvan, bu nedenle jeopolitik risklere biraz daha fazla odaklanmakta yarar gördüğünü kaydetti. Bugün artık bu risklerle ekonomik risklerin birbirinden ayrılamayacak kadar iç içe geçmiş durumda olduğuna işaret eden Bahçıvan, Asya Pasifik bölgesindeki gerilimlerin küresel ekonomide ani gelişen etkilere neden olurken; Orta Doğu’da hiç eksik olmayan gerilim ve çatışmaların ise Türkiye’yi de yakından ilgilendiren güvenlik kaygılarına ve enerji fiyatlarında yükselmeye yol açtığını anlattı. Yakın coğrafyalarındaki jeopolitik risklere son dönemde yenilerinin eklendiğini ifade eden Bahçıvan, Suudi Arabistan ile İran arasındaki gerilimin bölgedeki diğer ülkeleri de etkileyecek şekilde arttığını hatırlattı.
Ekonomiyi yakından ilgilendiren en önemli risk başlıklarından birinin kur artışları olduğunu vurgulayan Bahçıvan, son haftalarda yaşanan kur artışlarının özel sektörü tedirgin ettiğini dile getirdi. Reel sektörün 210 milyar doları aşan net bir döviz açık pozisyonu olduğunun ve bu durumun önemli bir bilanço riski yarattığının altını çizen Bahçıvan, sanayicinin önümüzdeki dönemde yatırımlara, büyümeye ve istihdama katkısını sürdürebilmesi için kur riskine karşı korunmasının büyük önem arz ettiğini ifade etti.
Merkez Bankası’nın reel sektörün kur riskini hafifletmek için birtakım önlemler aldığını belirten Bahçıvan, bu konudaki tüm çözümleri Merkez Bankası’ndan beklememek gerektiğini söyledi. Nihai döviz değerinin uzun vadede enflasyon, borç, büyüme, reel faiz gibi makroekonomik göstergelere bağlı olarak hareket ettiğine işaret eden Bahçıvan, yüksek büyümenin sürdürülmesi kadar finansal istikrarın korunmasının da reel sektör açısından önem taşıdığını vurguladı.
2017 yılında önemli bir inovasyon olarak hayatlarına giren Kredi Garanti Fonu’nun (KGF) reel sektör ile finansal kesim arasında stresi önleyen, teminat kaldıracı işlevi gördüğünü aktaran Bahçıvan, Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu ile bir araya gelerek yapmış oldukları toplantıda KGF’nin kalıcı bir kurum olmasının yanı sıra önümüzdeki dönemde daha üretim ve yatırım odaklı bir yapıya dönüşmesi ve bu yönde ortak bir görüş oluşturulması konusunda fikir birliğine vardıklarını açıkladı.
Bahçıvan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türkiye bugün sahip olduklarından daha fazlasını hak ediyor çünkü ülkemizin sahip olduğu potansiyelin büyük olduğuna inanıyoruz. Yaklaşan 2018 yılında ekonomimizin daha üretken, verimli ve güçlü bir seyir izlemesini, bu yıl yeşeren umutlarımızın karşılığını hep birlikte almamızı temenni ediyorum. Bunu temenni ederken de; iç barışını korumuş, huzurlu ve istikrarlı bir Türkiye’nin bizler için olduğu kadar bölgemiz ve dünya için de anlamlı ve değerli olduğunu burada özellikle vurgulamak istiyorum.”
Bahçıvan’ın ardından kürsüye gelen Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve İSO Danışmanı Doç. Dr. Hatice Karahan 2008 krizi sonrasında Türk ekonomisinin başarılı bir performans sergilediğini söyledi. Reel GSYH’nin 2010-2016 döneminde yüzde 7,4’lük büyüme gösterdiğini belirten Karahan, kur hareketlerinin artışı bir miktar yavaşlattığını kaydetti. Türkiye’nin yükselen ekonomilerin dahi üstünde bir tempo yakaladığına değinen Karahan, 2016’daki yavaşlamanın ardından 2017’de toparlanma seviyesine geldiğini dile getirdi. Bu hızlı toparlanmanın Türk ekonomisinin dayanıklılığını ve esnekliğini gösterdiğini aktaran Karahan, büyümenin içeriğinin ve sürdürülebilir olmasının önemine değindi.
Geçtiğimiz yıllarda dış pazarlardan ihracat talebi anlamında destek alamadıklarını hatırlatan Karahan, 2017’de artık pozitif katkı almaya başladıklarını ifade etti. Bundan önceki dönemde hanehalkı ve özel tüketimin Türk ekonomisini ayakta tuttuğuna işaret eden Karahan, artık küresel ticaretteki toparlanmanın da ekonomiye destek olduğunu söyledi. 2017 yılında ekonomik güven endeksinin de yükseldiğine işaret eden Karahan, KGF ile sağlanan kredi artışının büyümeye katkı verdiğine değindi.
2017’de şirket sayısında artış olduğunu belirten Karahan, işsizliğin hakkından gelmenin kolay olmadığını ve yaratılan istihdama karşın demografik büyümeden dolayı yüzde 10’larda gezinen işsizliğin düşürülemediğini kaydetti. Sadece talep değil aynı zamanda döviz kuruna bağlı maliyet odaklı bir enflasyon artışı ile karşı karşıya olduklarını aktaran Karahan, manşet ve çekirdek enflasyonda yüzde 12’lere yaklaşan bir enflasyon olduğunu, enerji fiyatlarının yanında kurdaki geçişkenliğin kendilerine enflasyonist baskı yaptığını kaydetti. Karahan, bu konudaki en büyük riskin fiyat yapıcıların davranışındaki bozulma olacağını aktardı. Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflerinde ikna olmayan fiyat yapıcıların ileriye ve geriye dönük olarak enflasyonu artırabileceğini ve bunun enflasyonu kısır döngü içine sokacağını anlatan Karahan, Merkez Bankası’nın politikasının, duruşunun ve iletişiminin de çok önemli rol oynadığını ifade etti.
Cari açıkta son yıllarda bir düşüş trendi olduğuna değinen Karahan, GSYH’ye oranı yüzde 4-5 bandına gerileyen cari açığın 39.3 milyar dolar olarak gerçekleştiğini dile getirdi. Karahan, enerjiden arındırılan cari açığın ise 9.4 milyar dolara indiğine işaret ederek enerji bağımlılığına yönelik olarak ulusal enerji yatırımlarının önemine değindi. Enerji fiyatlarındaki yükselmeye karşın turizmdeki toparlanmanın bir miktar ellerini rahatlattığını belirten Karahan, 2015 ve 2016’da turizmde yaşanan gerilemenin ardından 2017’de turist sayısında artış olduğunu söyledi.
Ocak-Ekim döneminde ihracatta yüzde 10,3 artış olduğuna değinen Karahan, ithalatın da yüzde 16,5 arttığını ve bunda enerji ve altın fiyatlarının etkili olduğunu belirtti. Türkiye’nin ihracattaki çeşitliliğinin önem taşıdığına işaret eden Karahan, Türkiye’nin pek çok sektöre yayılmış olduğunu ve pazar çeşitliliği konusunda dünyada üst sıralarda olduğunu dile getirdi. Geçmişte giyim, yaş meyve, pamuk, demir çelik ve kauçuk gibi sektörlerde zaten güçlü olduklarını ifade eden Karahan, son yıllarda motorlu taşıtlar, alüminyum, plastik, mobilya, kıymetli metaller ve taşlar sektörlerinde de kıyaslamalı üstünlüğünü artırdıklarını anlattı.
Karahan, Türkiye ekonomisinde atılması gereken adımları; yerli enerji üretimi, ileri teknoloji odaklı yatırımlar, iş ortamının iyileştirilmesi, tasarrufun artırılması, sermaye piyasalarının güçlendirilmesi ve işgücü reformlarının uygulanması olarak saydı. Mali disiplin konusunda bu sene hafif bozulma olduğuna değinen Karahan yine de Maastricht Kriteri olan yüzde 3‘ün altında olduklarını ifade etti. Karahan, Türkiye ekonomisine ilişkin güvenin geldiği en önemli ayaklardan birinin mali disiplin olduğunu ve düşük seviyeyi korumaları gerektiğini vurguladı. Karahan, Türkiye’nin hedeflerine ulaşması için anahtarın sanayi olduğunun altını çizdi.
Karahan’ın ardından Meclis Üyelerine konuşmasını yapmak üzere İSO Danışmanı Dr. Can Fuat Gürlesel kürsüye geldi. Can Fuat Gürlesel, dünya ekonomisinin dengeli ve kalıcı olacağını düşündükleri bir büyüme sürecine girdiğini söyledi. Küresel krizden sonra iki büyük büyüme hamlesi olduğunu anlatan Gürlesel, bunlardan birincisinin 2010-2011 yıllarında finansal varlıklar��n fiyatının artırılmaya çalışılarak, ikincisinin ise 2013-2014 yıllarında emtia fiyatlarına yüklenilerek gerçekleştirilmeye çalışıldığını dile getirdi. İki büyüme atağında da başarılı olunamadığına değinen Gürlesel, buna karşın 2017-2018 döneminde dünyanın kalıcı bir büyümeyi yakalamış gibi gözüktüğünü kaydetti.
Dünya sanayisinde imalat PMI rakamlarının gösterdiği üzere giderek kuvvetlenen bir toparlanma olduğunun altını çizen Gürlesel, küresel kriz sonrası yeniden bir endüstrileşme dönemine girildiğini ifade etti. Gelişmiş ülkelerde sanayi üretimini yeniden kendilerinde toplama ve tedarik zincirlerinde yerlileşme gibi girişimlerin başladığını dile getiren Gürlesel, ABD, AB, Japonya ve Çin’de imalat PMI’ın tarihi zirvelerde olduğunu kaydetti.
Küresel sanayi üretim endeksinin 2010’dan sonra hızlandığını ve dünya sanayi malı ihraç fiyat endeksinde de artış olduğunu dile getiren Gürlesel, bunun talebin de canlanmakta olduğunu gösterdiğini ve dünya ticaretinde büyüme beklentisinin yükseldiğini söyledi. 2018 yılı beklentileri konusunda daha iyimser olduklarını ve daha hızlı büyüme beklediklerini vurgulayan Gürlesel, bunun önünde jeopolitik riskler olabileceğini ancak bunların da şu zamana kadar yönetilebilir kaldığını ifade etti.
Türkiye’de sanayi üretiminde artış gösteren sektörleri mobilya, elektronik, bilgisayar, motorlu kara taşıtları, petrol rafinerisi ürünleri ile makine ve ekipman olarak sıralayan Gürlesel, sanayi ürünleri ihracatının 2017’nin ilk 10 ayında yüzde 12,8 oranında arttığını kaydetti. Gürlesel, sanayi ürünlerinde kilogram başına fiyatın artmaya başladığını ve Ocak-Eylül döneminde yüzde 29,4 artan ara malı ithalatındaki artışın sanayi üretiminin canlı kalacağının işareti olduğunu dile getirdi. Sanayicinin enflasyon ve kur anlamında maliyet baskısıyla karşı karşıya olduğunu anlatan Gürlesel firmaların bütçelerini yaparken bunu göz önüne alması gerektiğini ifade etti.
Türkiye ekonomisi tarafında iyimser olmadığını belirten Gürlesel, 15 Temmuz sonrasında içeride bozulan ekonomik dengeleri ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atıldığını söyledi. Gürlesel, bu adımların doğru olduğunu ancak bunların enflasyonist politikalar olduğunu ve belirli bir dönemde sonlandırılması gerektiğini anlattı. Bu politikaların daha da artarak devam ettiğini ve enflasyonist bir büyüme politikası izlendiğini dile getiren Gürlesel, Merkez Bankası’nın da sıkı para politikasına geçmesi gerektiğine işaret etti. Gürlesel, ekonomideki canlılığın devam etmesi endişesiyle enflasyonun yükseldiğine işaret etti. Bütçe açığında da artış olduğunun altını çizen Gürlesel, kur ve enflasyonun birbirini beslediği bir döneme girdiklerinin altını çizdi. Gürlesel, tüm bu tablo çerçevesinde ekonomide radikal önlemlere ihtiyaç duyduklarını sözlerine ekledi.
Konuşmaların ardından İSO Meclis Üyeleri de kürsüye gelerek gündeme ilişkin görüşlerini dile getirdi.